9 Mart 2003

Bıçak sırtında yaşamlarımız

Bir süre önce, son dönemdeki yaşamların/yaşanmışlıkların tedirginlikler üzerine kurgulandığını fark ettim. Güvensizliktir öne çıkan; özünde, bilinmeyenlere olan sonsuz güvendir aslında ya da diğer deyişle sözcükleri anlamlandırarak değil, hiç görmediğimiz ama gecenin karanlığında dans eden gölgelerden korkmak gibidir bugünü algılayışımız.

Çoğu kez bugünü yaşa(ya)mayız aslında...

Çoğu kez dünü yaşarız. Ve bugüne yansırken dünün ağır karanlığı, boğmasına izin veririz umudumuzu, yarını kurgulayışımızı...

Dünü, bugün yaşayarak çoğaltırız ve bugüne tüm ağırlığı ile yansıyınca, kanatarak da olsa kaçarız geçmişteki tüm ortak somut ve soyut eşyaları terk ederek...

Uzun süre ortak mekanlarda bir hayalet dolaşır ve geri dönüşü çağrıştırır, müdahalesiz ve savunmasız beklenir. Aslında yeni bir ortak yaşamın yaratılmasının kıyısında dururken, mekanlar ve eşyalar hayaletlere inat yer değiştirir...

Aslında sözcükler ve yaşanmışlıklarla deklere edilen sonuçlandırılmış ortak yaşamın, sembolik de olsa hayaletlerden kurtulma operasyonudur bu yer değiştirmeler...

Kimselere yaşananlar anlatıl(a)maz çünkü sözcükler çoğu kez anlamsızlaşır ya da ‘yanlış’, ‘cıs’, ‘kötü’ fiili kimliklere bürünürler. Onlarca yıllık yaşanmışlıkları sözcüklerle çıkarmak kolay olsa da yaşamlarımızdan, hayaletler dolaşmaya devam eder gecenin karanlığında...

Tekil yaşamdan çoğul yaşamlara yeni bir başlangıçla geçmeye karar vereli aylar oluyor ve onlarca şey yaşandı. Ancak tekil yaşamlardan çoğul yaşama geçiş, tedirginlikleri de üstünde taşıyarak girdi günlük yaşamımıza...

Ara bölgede yıkılmak üzere olan eski bir evi tamir etmeye çalışıyoruz. İkinci katta çatısı hasar gördüğü için harap olmuş duvara müdahale etmek için başlıyoruz çalışmaya. Ustanın sözcükleri aslında bugünü anlatıyor sankide, ara bölgede olan binanın alt katına, kapısı dikenli tellerle kapatılıp üstüne ‘UN’ yazıldığı için giremiyoruz, alt katı hiç görmüyoruz, usta dayanamayıp soruyor ‘acaba alt kat sağlam mı?’...

Öngörülerimizle sağlamlığına karar veriyoruz. Ne de olsa bir mühendis, bir de yılların inşaat ustası olarak sağına bakıyor soluna bakıyoruz ihtiyar ve yıpranmış binanın ve sözcüklerle sağlamlığını anlamlandırıyoruz. Ancak bize inat işçiler tedirgin, her çıkışlarında üst kata kimi zaman espirilerle kimi zaman da ciddi ciddi binanın güvenirliğini sorgulamaya devam ediyorlar...

Sözcükler tek başlarına çok kez yetersizdir tedirginleri ortadan kaldırmakta...

Çok kez sözcüklerin anlamalarını, geçmişin bilinmeyenin karanlığı baskı altına alır ve sürekli kanatarak bugünü, dün sürekli kendini dayatır. Bu kanama aslında geleceğin kurgulanmasını da yıpratmaktadır. Bu yüzden emek harcamak, inatla ve umutla emek harcamak gerek. Yorgunluk aslında geleceği dünün baskısından terk etmektir. Bu terk ediş bazen doğrudur, zor olan doğru ana karar verebilmektir çünkü her terk edilişin geri dönüşü imkansızdır...

Görüntüler bazen yanıltıcı da olabilir. Ara bölgede yürürken bir zanaatkarın dükkanın önünden geçerken, içerdeki malzemelere gözüm takılıyor.

Tüm eşyalar sanki de bir sabah çıkıp gelecek ustalarını ve çıraklarını bekliyor. Faturalar hala aslı, bir sabah gidip ödenecekler yada gelecek memura ibraz edilecekler gibi sallanmaktadır duvarda...

Aslında asla kimse geri dönmeyecektir, onların da orda olmaları aslında anlamsızdır ama orda oldukları sürece sanki birini bekliyormuşcasına görüntüler çıkar ortaya.

Ama gidenler asla dönmezler, dönseler de gidildiği zaman ki kimliğinde dön(e)mezler, dönebilseler de kalan bırakıldığı zaman ki kimlikte değilidir. Yaşanmışlıklar vardır ve yeniden başlamak imkansızlaşır. Giden ve kalan arasında sözcüklerle anlamlamlaştırılanlar ile görüntüler benzeşmese de aslında aslolan kelimelerdir çoğu kez, çünkü savaş alanından herşeyini bırakarak kaçan ustanın eşyalarını terk edip gitmesi gibi giden de herşeyi olduğu gibi bırakıp gitmiştir ve yenilerini kurmuştur gittiği yerde. Bir daha bıraktıklarına dönmeyecektir. Dönmek istememesinin anlamı ihtiyaç olmaması ile eski yaşanmışlıkları hatırlamak istememek arasında bir yerlerdir.

Gidenin ardında kalan da öylece bırakmıştır geride bırakılanları. Bunun da anlamı günlük yaşamın dayatmaları ile alışkınlıklardan vazgeç(e)memek arasında bir yerlerdedir.

Aslında kalan yaşamına yeni davet ettiğini beklemektedir belki de...

Belki de, yeni gelecek olanla kurmak için günlük yaşamı anlamsızca bırakılmıştır geride bırakılanlar...

Yeni gelen tedirginleri ile gelmektedir, tıpkı üst katta çalışırken alt katı bilmeyen işçiler gibi, sözcüklere güvenmemektedir ve sürekli bıçak sırtında gidip gelmektedir yaşananlar...

Zordur belki de eski yaşamlar üzerine yenisi kurmak ama yeni bir yaşamın eskiyi yok sayarak da kurgulanması imkansızdır...

Tıpkı tüm alet ve eşyaları ile ustasını bekleyen dükkan gibi. Ne kadarda iyi temizleseniz de içini, odanın bir köşesinden eskiye dair bir iz çıkar ve belki de yaşayanı kanatır ama yenisini kurgularken yaşamların, eskinin kabulü ile başlanmalıdır, acı ve zor olan bu olsa da yarını kurabilmenin başka seçeneği yoktur.

Yoksa ortaya çıkan her izle birlikte dünün ağır havası geleceğin üzerine sürekli baskı kurar ve yaşanmaz kılar bugünü...

Ama yeni günü/ortak yaşamları ‘rağmen’ sözcükleri ile kurabilmek önemlidir ama kolay değildir. Bir kez kurulabilirse, geleceği ortaklaştırabilmek kolaylaşır. Kolay olansa ortak yaşamın yoksaymalar üzerine yada ‘çünkülere’ veya bahanelere dayanarak günlük kaçamaklarla kurgulanmasıdır. Ama dün yaşanmıştır ve en umulmadık zamanda kanatır yaşayanı. Kanama belki de geleceği kanatır. O yüzden kabullenip eskiyi yeniyi inatla ve emek harcayarak 'rağmenlerle' kurmak gerek...