26 Mayıs 2006

Kazananı olamayan seçimler

Güneydeki 56 kişilik meclis için yapılan yarım milyon insanın katıldığı seçim tamamlandı.
Seçimin yapıldığı 21 Mayıs, Pazar günün akşamı DİSİ ve AKEL Merkez binalarının önü ana baba günüydü, yani seçimin galibi belli değil…
Ama 2001 ile karşılaştırırsanız ikisi de yaklaşık yüzde 3,5 oy kaybettiler…
Hayır cephesi yada bloğu olarak bilinen EDEK ve DIKO ise oy artırarak çıktılar…
EDEK, düşüşe girdiği son yıllardan çıkmış gibi, 2001 seçimleri ile karşılaştırıldığında yüzde 2,5 oy oranını artırdı. DIKO ise hükümetin başında olmayı ve referandumdaki hayır tavrını iyi kullanarak 2001 ile kıyaslandığında yüzde 3,5 oylarını artırdı.
Milletvekili sayılarında ise AKEL ve DISI 18, DIKO 11, EDEK 5, EVRO.KO 3 ve Çevreciler ve Ekologlar Hareketi de 1 kişi mecliste temsil edilecekler.
Kaba olarak herkesin gördüğü veya anladığının bunlar dışında bizce dikkat çeken çok daha önemli unsurlar vardı bu seçimlerde…
Mesela bunlardan ilki, DISI’den kopanlar ve aşırı sağcı Yeni Ufuklar (Kutsu) ile ADIK’in birleşiminden oluşan Avrupa Partisi’nin toplam sandalye olarak son dönemde 4 milletvekili temsil edilirken şimdi 3 milletvekili ile temsil edileceği yanılsaması durmaktadır. DISI’nin EVRO.KO’ya karşı tüm argümanlarla saldırısına rağmen aşırı sağcı EVRO.KO ciddi bir konuma geldi. DISI’den kopan ekibin geri DISI’ye geri dönmemesi veya DISI’nin bu partiyi eritememesi halinde EVRO.KO aşırı sağın merkezi durumuna gelebilir. Yaşaması halinde EVRO.KO hiç kuşkusuz sürekli olarak DISI’nin tabanına oynayacak, bu durum da DISI’yi sağa yanaştıracaktır.
İkincisi Yeşiller Partisi veya Çevreciler ve Ekologlar Hareketi’nin oy kaybı…
Seçim öncesi ikinci bir milletvekili kazanacak kadar olumlu bir havada olmalarına rağmen, çok az da olsa oy kaybı ile seçimi tamamlamaları önemli bir olguydu. Benzer şeyi EDI içinde söylemek gerek. Seçime merkezde hazırlanmak, merkezden seçimi götürmek, olumlu hava yaratsa da, fikirlerinizi bir çok kişi destekliyor gözükse de, günün sonunda örgütsel yapılar çalışıyor ve görüntüdeki hava tersine dönüyor. Geriye kalan sempati şampiyonluğu dışında, gönüllerin partisi olmanın dışında çok fazla bir şey kalmıyor. O yüzden doğru fikirler üretirken, ayni zamanda doğru örgütsel yapıların kurulabilmesi de ayni oranda önemlidir. Bu başarılamadığı koşullarda Yeşiller Partisi, EDI ve hatta birçok kez YKP’nin de yaşadığı yada bir önceki seçimde ÇABP’ın yaşadığını yaşamak kaçınılmaz olur.
Üçüncü önemli sonuç ise EDI’nin parlamento dışında kalmasıdır. EDI aslında Vasiliou’nun bırakması ile yeniden kurulma sürecine girmişti. Bazı sol grupların da desteklemesi ile umut veren bir siyasi oluşumdu. Seçim sürecindeki Annan Planı konusunda hiçbir partinin net tavır almaması ama onların referandumdaki evetin arkasında durması ile bir çok kişinin sempatisini kazanmışlardı. Ancak DISI ve AKEL’in girdiği yarış, bizim gibi demokrasi özürlü ülkelerde hep etkili olur. ‘Bu defalık’ gibi uydurduğumuz terminoloji ile gidip desteklemediğimiz partiye sırf falan parti kazanmasın diye oy verebilmekteyiz. Bu süreçte büyük partiler, siyasi olarak her türlü olanaklarını kullanıp, bu durumu manipüle etmeye çalışırlar. Ellerinde yönetme olanağının çıkarlarını dağıtma ve sözel şiddet dahil her şeyi yaparlar. Hatta mesela CTP’nin şu aşamada ‘uydurduğu’ ve bazı çevrelerin de buna inandırdığı “kuzeydeki referandumdaki evet” ile kendi oyları eşleştirme ve alacağı sonuç ile bunun doğrulanacağına yönelik yalan propaganda dahil büyük partiler her şeyi kullanırlar. Benzer şeyi AKEL son seçimde EDI’ye yaptı ve Annan Planını ile ABD politikalarını eşleştirip, EDI’yi ABD’nin uşağı şeklinde suçladı. Bunun yanında yapılan her şey bir şekilde gelip sizi de günün sonunda bulur. EDI 2001’deki seçimlere DISI ile koalisyon sonrası, DISI ile omuz omuza girmişti, bunun da avantajı ile bir oy oranı yakalamıştı ancak 5 yıl sonra bu dezavantaj olarak kendisine döndü. Yani EDI birçok şeyin kurbanı oldu ama umudu canlı tutarlarsa, Kıbrıs’ın geleceğine ciddi etkileri olacak bir siyasi oluşum olmayı sürdürebilir. Neşe Yaşın’ın adaylığı, seçimlerde tutarlı tavırları ile bunun işaretlerini verdileri, şimdi düştükleri yerden kalkabilmeyi öğrenmeleri ve yeniden yürümeye başlamaları gerek.
Seçime yönelik son ilginç durum ise yüzde 11 katılmama oranı. Gidip de boş oy veya geçersizlerle beraber bu oran yüzde 16’ya çıkmasıdır…
Çok kapalı ve katı olduğu düşünülen Kıbrıs Rum toplumu açısından ilginç bir oran… Bu aslında hem Yeşiller, hem de EDI için aslında ayni zamanda umudun da adı. Seçimlere taraf olmayan, kendi sesini bulamayan yüzde 16 ciddi bir orandır ve sağın ve aşırı sağın oyları kendi yapılarında toplayabilme gayretleri düşünüldüğünde geriye kalanların apolitik veya politik ama küskünler olduğu rahatça anlaşılabilir.
Seçimler üzerine son söylenecek ise herhalde bu seçimlerle Kıbrıs sorununda her şeyin bittiğine yönelik varsayımların boş bir söz diliminden başka bir şey olmadığıdır. AKEL ve DISI hala kendi içlerinde ciddi bir çözüm isteyen tarafı barındırmaktadır. Ve tüm olumsuzluklarına rağmen AKEL dengeyi korumaya devam ediyor. Bu nedenle bundan sonra her şey daha kötü olacak varsayımı çok da doğru değildir. Ancak her şeyin de istediğimiz yönde gitmediği de bir gerçek…
Bu yüzden şairin dediği gibi matemler tutmaya vaktimiz yok, kaldığımız yerden mücadeleye devam…

19 Mayıs 2006

Kaldırım Taşlarının Altında Kumsal Var!

Geçen hafta Atina’daydık, Avrupa Sosyal Forumunun dördüncüsü de tamamlandı...
Avrupa Sosyal Forumu üzerine çok şey söylendi, söylenmeye devam ediyor. Aslında Sosyal Forumlar üzerine çok şey söylendi, söylenmeye devam ediyor.
Bu süreçte önemli olan olgulardan biri, ortodoks solcuların yada solu dogmalar bütünü olarak kabul eden grupların sosyal forumlardan hızla yollarını ayırıyor olmasıdır. İkincisi ise, Sosyal Forumlar ilk zamanki dağınıklarını üstlerinden attıkça, belli bütünlük sağladıkça, görece değişiklikler yaşanıyor. Geçmiştekinden daha az katılım olması gibi eleştiriler aslında bunun sonucu. Artık küreselleşmeye ulusalcı çerçeveden karşı duranlar da yollarını Sosyal Forumlarla ayırıyor. Bunlar aslında sağlıklı ayrışmalar olarak tanımlanabilir. Sosyal Forumlar daha fazla neo liberal politikalara yalnız anti emperyalist değil anti kapitalist bir cepheden de daha net karşı çıkmaya başladılar. Geçmiş yıllarda Forumun ana bileşkesi yoğun olarak savaş karşıtlığı olarak öne çıkarken bu defa eylemin pankartında neo liberalizme karşı olmak da vardı...
Tabii bunlar Kıbrıs koşullarından bakınca çok lüks gibi duran tartışmalar. Kıbrıs’ta biz hala temel sol kavramları tartışamadığımız ve en kötüsü kendimizi dünyanın merkezi saydığımız için bu tartışmaları anlayabilme koşullarında çok uzağız.
Hala daha Fransız gençlerinin yaptığı eyleme yalnızca sempati ile bakmak ile yetindiğimiz için, daha yürümemiz gereken çok yol olduğunu söyleyebilirim.
Fransa sokaklarının hep 20 yaşında kalacağını söyleyen ve kaldırım taşlarının altında hala kumsalın olduğunu belirten Fransız gençlerinin sesine Avrupa’nın kentlerinden, kendi kentlerinin kaldırım taşlarının altında özgürlüğü arayan, kumsalı arayan gençlerin sesine sesimizi katmayı düşleyemediğimiz için herşeye çok uzağız...
ASF’ye alternatif Foruma katılıp bu coğrafyanın sorunlarını oraya taşıyıp, ezber tekrar ettiğimiz için yeni bir Avrupa’nın, emeğin Avrupa’sının mücadelesine mesafeli kaldığımız ve bunu tartışamadığımız için uzağız.
Feministlerimize, çevrecilerimize, homoseksüellerimize, gençlerimize, emekçilerimize, kadınlarımıza, hayvan hakları savunucularımıza ve daha nicelerine Kıbrıs sorunu dışında söz söyledikleri için sözel şiddet uyguladığımız için daha çok şey öğrenmemiz gerekir.
Hala daha geleceği, kapalı kapılar ardında içe kapanık tartışmalarla geçirdiğimiz sürece de bu yaşanan gelişmeleri anlayabileceğimize yönelik çok da umudum yok...
Bu yönü ile Sosyal Foruma katılmış olmak, umutsuzluğumu ve umudumu bir o kadar artırdı.
Umutsuzluğumu artırdı, çünkü oradaki tartışmalardan ne kadar uzak olduğumuzu gördük... Özelleştirmeler, sosyal haklara saldırılar, katılımcılık ve diğerinin yani homoseksüellerin, kadınların, azınlıkların hakları tartışılırken bunların bizler için tekil cümleler olduğu, yaşamımızda ne kadar az yer tutuğunu gördük...
Geçen haftaki mülteci konusunda kamuoyuna yansıyan ve Kıbrıs gazetesinde manşete çıkan röportajlar ve sonrasında İçişlerin Bakanın açıklamalarını okuyunca bir kez daha umutsuzluğum arttı...
Temel kavramları bile bilmeden yapılan açıklamalardan düzey yakalamaya çalışsak da, hala hedeften çok uzağız. Temel kavramların içinden çıkamadığımız için ideolojik tartışmaya giremiyoruz. Mülteci konusu Avrupa’da çok farklı siyasi yaklaşımlarla ele alınıyor, bunların burada gündeme gelebilmesinin bile koşulları yok. Buradaki otoritenin temel kavramları bile kabul etmediği koşullarda fazlası lüks...
Homoseksüelliği Kıbrıs’ın kuzeyinde sorarsanız suç değil, herkes ne isterse yapar ancak yasal mevzuatta göre ise suç... İlgili yasal düzenleme Koloni döneminden kalma olduğu için güneyde de aynen vardı, vardı diyoruz çünkü 90’ların sonunda AİHM’e götürülen bu konu ile artık yok ama Kıbrıs’ın kuzeyinde bununla ilgili herhangi bir hareketlilik de yok, homoseksüellik hala doğaya aykırı cinsel ilişki...
Kıbrıs’ın kuzeyinde azınlıklar Maronitler ve Rumların haklarını kimse hatırlamıyor, yoğun bir Kürt nüfus olmasına rağmen Kürtçe ana dilde eğitim konusu da bizim için lüks... Din eğitim çok önemli değil dense de, önemli miktarda Alevileri de yok sayıyoruz... Bahailere kazara küçük bir miktar hak vermişiz ama gözükmemeleri için elimizden geleni yapıyoruz. Kadın haklarından çokça bahsediyoruz ama yaşamdaki kadının renginden eser yok...
Yani aslında karaya çok uzak, okyanusun tam orta yerindeyiz...
Böylesi koşullarda umut da, Sosyal Forumdan geldi. Orda olmak, yalnız olmadığımız hissini yaşabilmek, mücadelenin herşeye rağmen yükselerek sürdüğü görmek önemli bir motivasyondu katılan herkes için...
Yalnızca konuşmak değil, neyin nasıl pratikte yapılabileceğini, deneyimlerini de gelirken yanımızda getirdik...
Ve herşeye çok uzak olsak da, Lefkoşa’nın kaldırımlarının altında da kumsalın olduğunu biliyoruz, Atina’da bir kez daha bunu hatırladık...

5 Mayıs 2006

Emrin olur!

24 Nisan’da CTP eylem yaptıydı, sözüm ona eveti kutlamışlar...
Bu sürece giderken yaşananlar ilginçti aslında. İmzasız ilanlarla halkı İnönü Meydanına çağıranlar, bu ilanlarda kullanılan zafer işareti şeklindeki 2 parmağı da CTP seçim malzemesi olarak 24 Nisan’dan sonra kullanmaya başladılar...
Yani CTP, 24 Nisan’ı kendi seçim malzemesi olarak kullanmaktan hiç çekinmedi, peki referandumun yapıldığı 24 Nisan’a giderken ki süreçte BMBP faktörü?
Bu Memleket Bizim Platformu, kendisinin alanlarda yaptığı eylemlerin, sloganların CTP’nin seçim malzemesine dönüştürülmesine hiç tepki vermedi.
Aslında tepki beklemek saflık olurdu. CTP Genel Sekreteri Kalyoncu, BMBP içindeki sendikalara 24 Nisan ‘kutlama’ (!) programını fax ile altında kendi imzası ve el yazısı göndermişti. Bu el yazısı ile yazılmış notta Kalyoncu; “Bu Memleket Bizim Platformundaki Sendikalar bir temsilci belirlemeleri lazım. Bir temsilci de sivil toplum örgütleri” diyordu.
BMBP ne yaptı? Eyleme katılmayarak protesto etmiş! Ne güzel, kaç kişi duydu, kaç kişi bunu biliyor?
1 Mayıs alanları hükümetlerin eleştirildiği eylem alanları oldu hep ancak bu sene, Kıbrıs’ın kuzeyinde DEV-İŞ başta olmak üzere diğer BMBP temsilcileri tarafından sloganların yasaklandığı bir günü yaşadık...
Kalyoncu’ya “başka emrin?” diye yanıt göndermeyenler, kalkıp 1 Mayıs alanında atılan sloganlara bu sene müdahale etmeye çalıştılar. “Katil ABD, işbirlikçi CTP” sloganını, CTP’lileri rahatsız ediyor gerekçesi ile engellemeye çalışanlar gerçekte samimi miler?
CTP milletvekili deposuna döndürülen BMBP’nun CTP’ye bu şekilde sahip çıkması çok komik. Çünkü BMBP, 1998 yılında Ankara’dan dayatılan pakete sahip çıkıp savunan TKP’ye karşı, özellikle Akıncı’ya karşı kurulmuştu. O dönemde sokaktaki kavgada atılan sloganlarda, yapılan konuşmalarda TKP üyelerinin rencide olması kaygısı gütmeyenler aniden parti üyesi sevgisini keşfetmeleri gerçekten çok ilginç!..
Daha önce her kim ki hükümettedir, çok daha ağır sloganlar atıldığı dönemlerde sendikalı diğer parti üyelerini hatırlamayan özellikle Dev-İş ve çevresindekilere, 2006 1 Mayısında sendikalara üye CTP’lileri hatırlamaları ve onların rencide olmaması için sloganları yasaklama girişimi için Kalyoncu’dan herhangi bir notun iletilip iletilmediğini bilmiyoruz ama biz Kalyoncu’ya verdiğimiz yanıtı alanda Dev-İş’e de verdik: “EMRİN OLUR!”
Atılmaya çalışılan slogan da çok da kötü bir slogan değildi!
Irak işgali sırasında ABD’den talep gelmeden Kıbrıs’ın her iki yanında yönetimde olan AKEL ve CTP hükümetleri hava sahasını tek taraflı olarak işgal güçlerine açtıklarını ilan ettiler. AKEL ve CTP bugün de ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu’da yeni işgal ve kana bulama operasyonlarına yardımcı olmada önemli rol oynuyorlar. Bu politikaları ortaya koyanları eleştirmek suç mu?!
Dev-iş’e sorarsanız ‘evet’, CTP üyeleri rahatsız olur diye Kıbrıs’ın hava sahasını da açarak Irak işgaline dolaylı da olsak taraf olduğumuz, İngiliz üslerinden dolayı direk de taraf kabul edildiğimiz Irak’ta süren savaşa karşı mücadele ve her gün ölen onlarca Iraklı ile dayanışma yanlış bir davranış! İspanya, sosyalist hükümet’in yönetime gelmesi ile birlikte Irak’tan askerini çekti, İtalya çekmeye hazırlanıyor, tüm sol kamuoyu bu savaşta saflarını net olarak belirlerken, CTP sol içinde değil mi? CTP’nin sol değerleri bir bir terk ettiğini biliyorduk, militarizm düşkünlüğü, grev kırarak, yasaklayarak emek düşmanlığı, demokrasi düşmanlığı, özelleştirme ve acenta şampiyonluğu ünvanlarına bir de ‘savaşseverlik’ eklemeyi ugun görmüş olabilirler ama bizim bunu CTP üyeleri rencide olmasın diye kabul etmemiz düşünülemez.
Savaş sürüyor ve savaşa hayır mücadelesinin en güçlü olduğu yer İngiltere’dir. İngiltere’de İşçi Partisi bu nedenle oy bile kaybetti. Acaba eylemciler İşçi Partisi üyeleri rahatsız olmasın diye slogan atılmasını yasakladı mıydı gibi komik soruların birileri tarafından sorulmayacağı düşünüyorum...
CTP, seçim terminolojisini güç üzerine kurdu, tıpkı Bush’un bugün yaptığı ve uyguladığı gibi. Bush’un propagandasında bir de din unsuru falan vardı, şimdilik CTP’de bu yok...
CTP güç ile diğerini, farklı düşüneni ezmeye karar verdi, bize de farklı aracıları ile sus emri vermeye çalışmaktadır.
O zaman bize de cevap vermek düşer: “EMRİN OLUR!”