22 Haziran 2006

Bu "seçim" de hayırlı olsun

Bazı yazarlara göre çok uzun bir propaganda süreci geçirmişik...
Şimdi bu propagandalara bakarak da Pazar günü sandığa gidilecek ve seçenekler arasında seçim yapılacak. Kısa bir durum değerlendirmesi yapmak gerekirse:
1. Geçmiş yıllarda olduğu gibi Ankara ziyaretleri yapıldı. Ferdi Sabit Soyer, Hüseyin Özgürgün ve Serdar Denktaş, UBP, DP ve CTP adına Ankara’da asker ve sivil bürokratlarla görüşerek acentalık için uygunluk oluru aldılar. Soyer ve Denktaş bu durumu yerel alt yönetimin çıkar ilişkileri ile konuyu ilişkilendirerek artı puan almaya çalıştılar. Üç partinin Ankara ziyareti ile acenta seçimi kavramı bir kez daha doğrulanmış oldu. Soyer ziyaretle hala Ankara’nın en büyük favorisi olduğunu, Denktaş kendisinin de hala unutulmadığını/ihtiyaç duyulduğunu, Özgürgün de kendisinin de Ankara tarafından desteklediğini söyleyerek icazet yarışına ‘kıran kırana’ devam ettiler...
2. TKP, BDH ve BKP seçim sürecinde yaptıkları açıklamalarla Kıbrıs Cumhuriyetini, AB’yi, uluslararası hukuğu hatırladılar. Ancak bir önceki dönemde meclisten geçen ve oy birliği ile alınan “Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs Cumhuriyetini tanımasın” kararı altında o dönem milletvekili olan TKP Başkanı Hüseyin Angolemli, BDH Başkanı Mustafa Akıncı ve BKP Genel Sekreteri İzzet İzcan’ın da imzaları vardı. Bugünkü ‘muhalefet olsun da nasıl olursa olsun’ tavrı ile yapılan propagandada hedeflenen radikal kesimlerin oylarını paylaşmaktır. Ancak TKP (BDH) kadrolarının 1998 hükümet dönemindeki acentalık hizmetlerine karşılık verdikleri hiçbir özeleştiri yoktur. BKP tarafından da, TC asker ve sivil bürokratlarının talepleri ile Kıbrıs’ın kuzeyindeki meclisten geçirilen tanınmama kararına onayları dışında, Kıbrıs Türk Devleti Anayasası için Türkiye’ye giderek icazet alan ekibin içinde de olan İzzet İzcan’ın meclisteyken “barışçı başbakanı devirmem” açıklaması konusunda da herhangi bir özeleştiri yapılmadı. İzcan, mecliste olduğu süreçte meclis başkanlığı seçimi sırasında da UBP’lilerle iyi ilişki içine girmişti. Böylesi ilişkiler içinden geçip direk veya dolaylı acentalık ilişkileri içine giren TKP, BDH veya BKP’nin bugünkü söylemlerine inanmak bu nedenlerle fazlası ile saflık olur...
3. DP ve başkanı Serdar Denktaş, hükümetin yaramaz çocuğunu oynamaya, gelen Avrupalı Parlamentere yumurtalı saldırılar organize ederek, ayrılıkçı teoriler ortaya atarak radikal sağın oylarına talip olduğunu ortaya koymaktadır. Söylem yarışında CTP solu, DP sağ ve aşırı sağı tatmin edici açıklamalar yaparak herkesin hükümeti olunduğu izlenimi yaratılmaya çalışılıyor. Bu iki radikal ucun(!) ise kendi içlerinde çok uyumlu bir hükümet olduklarını söylemeleri, yaptıklarının aslında görüntüden ibaret, söylemlerinin samimi olmadığının, yalnızca oy toplamaya yönelik bir halka ilişkiler projesi olduğunun itirafıdır.
4. Barışçı parti olduğu iddiasındaki CTP, savaş gemilerinde, tatbikat alanlarında askeri elbiselerle açıklamalar yaparak gövde gösteri yapmayı sürdürdü. Limndiye kapı açılmasındaki tavrı ve Ledra kapısının durumu ile CTP’nin iki toplumlu ilişkilerdeki gerginliği arttırıcı tavrı devam etti. CTP’nin sürekli karşı tarafı suçlayıcı ve gerginliği artıcı tavrı BM’nin yayınladığı belgelere girdi. Artık BM’nin raporlarında iki taraf da yapıcı olmaya ve iyi niyetle davranmaya çağrılmaktadır. Referandumdaki evet ve hayırlar hükmünü kaybetti. Bu noktaya gelmede CTP’nin katkısı büyüktür.
5. Neo liberal politikaların uygulanmasında önemli görevler üstlenen CTP, tek sosyal güvenlik yasa tasarısı ile dünyada süren kamunun sağladığı sağlık hizmetlerine saldırıya Kıbrıs’ta da açık cephe açtı. Bir süredir hastane ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi noktasında önemli adım atılmasına olanaklar sağlayan CTP’nin içinde bulunduğu hükümet bu yasa ile saldırıyı yapısal hale getiriyor. Bunun yanında diğer kamusal hizmetlerin de özelleştirilmesi konusunda CTP’nin büyük ortağı olduğu hükümet çalışmalarını kesintisiz sürdürüyor. Özellikle eğitim sektöründeki özelleştirme ile binlerce öğrenci eğitim sistemi dışına çıkarılarak, eğitim hizmeti özelleştirildi, özelleştirilmeyen yalnızca okullar kaldı. Laboratuar hizmetleri resmi olarak özelleştirildi, tapu hizmetleri de son olarak özelleştirilerek kamudaki hizmetleri özel sektöre devri için çalışmalar devam etti. Dünya Ticaret Örgütünün bir süredir başlattığı kamusal hizmetlerin özelleştirilmesine yönelik politikalarına/teşviklerine, bir çok ülkedeki direnişlerden ötürü ciddi yavaşlamalar/sapmalar yaşanırken, neo liberalizmin sadık takipçisi CTP hükümeti tüm kamusal yararı olan hizmetleri satmakta, serbest piyasanın rekabetçi alanına çekmekte kararlı gözükmektedir...
6. CTP’nin içinde bulunduğu hükümet döneminde Ercan’da eylem yapan çoğunluğu kadın eylemciler özel tim tarafından coplanmış, tartaklanmıştı. DAÜ-SEN grevi sırasında ‘grevi bitirsinler görüşürüm diyen’ CTP, KTOEÖS grevini de yasaklamıştı. CTP yönetiminin sendikacılara karşı yürüttüğü çirkin saldırılarla eylemcilerle halk zaman zaman karşı karşıya getirilmiş, grev kırıcılık dahil CTP birçok uygulamaya gitmişti. CTP hükümeti döneminde sendikacılık ciddi zararlar görmüş, yeni hazırlanan yasalarla bu kalıcı hale getirilmeye çalışılmaktadır.
7. AB ile ilişkiler yönünde tehditler üzerinden politikalar üretilmektedir. Narenciyenin Mağusa mı, Limasol limanı mı konusunda açıklamaları ile hükümetin AB ile ilgili temel bilgileri bile bilmediğini, ulus devlet üzerinden siyaset ürettikleri net şekilde ortaya çıktı. Mali Tüzük konusunda kamuoyu yanlış bilgilendirilerek bir kez daha gerilim siyaseti üretilmiş, gerekli olan yapısal düzenleme yapılmadığı için Mali Tüzük hayata geçememiştir. CTP eski başkanı da olan ve şimdi ‘cumhurbaşkanı’ ünvanını kullanan Talat, kendisini ziyaret eden AP’li milletvekilleri ile KKTC ve TC bayrağı olmaksızın fotoğraf çektirmeme ısrarı ile gazetelere görüntü yansımamıştı. Talat bu tavrı yalnızca ne kadar ulusalcı olduğunu değil, ayni zamanda kendisi ile görüşmeye gelen AP’li milletvekillerini de zor durumda bırakarak, AP ile ilişkileri zedelemiştir. Bu durumda bir önceki ziyarette kendilerini yumurtalayan ‘dış ilişkiler bakanı’ ünvanlı Serdar Denktaş ile uslup dışında özde hareket birliği vardır.
8. CTP’nin tüm bunlar değerlendirildiğinde militarizm düşkünü, emek düşmanı, çözüm karşıtı pozisyonu ortaya çıkar. Buna rağmen CTP medya aygıtlarını da kullanarak ‘sol parti illüzyonu’ yaratmaya, sol sloganları kullanarak, sloganların altlarını boşaltarak kendini dayatmaya çalışmaktadır.
9. DP halktan kopuk, yönetimde olmanın çıkarlarını dağıtarak siyaset üretmesini, ‘halkın adayları’ diye medyatik propaganda yaparak kendince bir illüzyon yaratmaya çalışmaktadır. DP de özünde sol ile benzerlik gösteren sloganlara sığınarak, solun sloganların medet ummaktadır. Ancak özü itibari ile özellikle geçmişte Ülkü Ocakları ve benzeri paramiliter örgütün yöneticileri bugün DP’nin saflarındadır. DP ayrıca yapısal olarak UBP’nin diğer yarısıdır. DP hala daha UBP’den kadro devşirmektedir. Hasipoğlu, Doratlı gibi isimler bu devşirmenin devam ettiğini gösteren örneklerdir. ‘UBP ile asla diyen’ CTP kadroları, UBP’nin kötü kopyası ile işbirliğini sürdürürken aslında UBP kadroları ile işbirliği sürdürmektedir. Bu hali DP’nin ‘halkçı’ söylemi, ile CTP’nin ‘UBP’li döneme geri dönmemek’ söylemi illüzyondan başka birşey değildir.
10. BDH, öne çıkardığı eski Liberal Parti başkanı ile sosyal demokrat kimliği ile çelişkili bir durum ortaya çıkarmış, DP ve CTP görüntüde de olsa sol sloganlara sığınırken, BDH söylemleri ile sağa yakın sloganlar kullanmaktadır.
11. TKP küçüldükçe radikalleşen bir söylem hattı izlerken, mülk konusundaki tavrı ile hala sağ unsurları içinde barındırdığının ipuçlarını vermektedir.
12. Bazı bağımsızlar ise hiç bir yetkileri olamayacak, seçilseler de, karar alma yerleri olan Belediye Meclislerinden nasıl kararlar geçireceklerini açıklamadan propagandalarını sürdürmektedirler. Bu propagandalardan demokrasi çıkacağını umut eden bazıları da (medya vb) onlara olduklarından çok daha fazla anlamlar yükleyerek kavram kargaşasına yardımcı olmaktadırlar. Başka bağımsız adaylar da daha önceki seçimlere katılmışlar, örgütlü bir siyasal gücün desteğini almadıkları için tepkileri/etkileri sabun köpüğünün ötesine gidememiştir. Bu yüzden bağımsızların bugün alacakları oylarla da sabun köpüğünü geçmeyen etki yapacaklar, yalnızca seçime katılımı yükseltecek, karşı propagandayı yükseltecektir.
13. Tüm bu kargaşa sürerken eskiden alışılan, yönetim organlarının tüm olanaklarının kullanılması da bu dönemde devam etmektedir. CTP içinde hiç bir parti organında yer almamalarına rağmen, bakan yada bakanlıklarda önemli pozisyonlarda yer alanlar özellikle propaganda amaçlı resimlerde ön plana çıkarılmaktadırlar. CTP propagandalarında hükümet olma konusu direk olarak da kullanılmakta ve kendi adaylarının seçilmeleri halinde hükümetle uyumlu olacağı belirterek diğer adayların seçilmeleri halinde desteklenmeyeceği mesajı verilmektedir. Ayrıca CTP propagandalarında Denktaş’ın geri dönmemek terminolojisini de kullanarak hem 74 öncesi hem de UBP dönemi şekilde anlamlandırılarak korku üzerinden siyaset üretilmeye çalışılmaktadır. CTP’nin ana sloganı alan GÜÇ kavramı da aşırı sağın kullanımında olan bir terminolojidir. Ataerkil, erkek egemen bir sloganın kullanılması ile CTP hem AB’yi bir anlamı ile tehdit etmekte, hem de bu kavramla kendisinin ne kadar güçlü olduğuna atıfta bulunarak korku üzerinden topluma kendi ile işbirliğini dayatmaktadır.
Tüm bu propagandaların dayatıldığı ortamda, TC sivil ve asker bürokratlarının günlük müdahaleleri sürmekte, askerin sivil yaşam üzerindeki silaha dayalı korku egemenliği her şeyi ile kendini dayatmaktadır. Seçimlere çok az kala yapılan askeri tatbikat ile ve bu tatbikatta ‘güçlü’ parti yetkililerinin birlikte fotoğrafları ile müdahale bir anlamı ile somutlaşmıştır.
Seçmen sayısı, 200 bin olduğu var sayılan nüfusumuzla karşılaştırıldığında yüzde yetmişinin 18 yaş üstü olduğu bir durumun çıktığı, hala daha kimin, ne kadar seçmen olduğunun çok net olmadığı bir süreçte “seçim”e gidiyoruz.
Yani seçime seçim demek için koşulların olmadığı, alternatiflerin alternatif olmaktan uzak birer imaj yığınından başka bir şey olmadığı koşullarda seçimlerden hayırlı bir sonuç çıkabilir mi?
Sandığa gitmek ve boş atmak ya da oyunu yakmak ya da bağımsızları desteklemek de hayırlı bir sonuç üretmesi imkansızdır çünkü katılım oranın yükseldiği koşullarda bunun genelin içinden ayrıştırılması gerçekten zordur.
Bu karamsar tablonun hayırlı bir sonuç üretmesinin bu kadar imkansız olduğu bu seçimlerde, tepkinin net şekilde ortaya çıkabilmesi için en uygunu HAYIRlı seçim olacak...
Bu nedenle, bunca güç ve zor kullanma karşısında, reddetmek ve sandığa gitmemek tek örgütlü tavır olarak önümüzde durmaktadır...

2 Haziran 2006

Bu seçimlerde de yokuz

Bir kez daha gelip takıldık ‘seçim nedir?’, bir seçime seçim demek için ne olması gerektiğine...
Özellikle BKP ve KSP’nin seçimle ilgili açıklamalarında, adeta YKP’nin tavrı ile kendi tavırlarını ayırma istençleri net olarak ortaya çıkmakta...
TKP ve BDH’yı da girmiş sayar mısınız bilmem ama onlar kendilerini seçimlerde taraf kabul ettiler ve birkaç yerde seçime katılmayı zorunluluk hissettiler...
Bir de bu tiyatronun içinde bağımsız aday(lar) var, kendini büyük projelere adadı ve bir yerel gazete de onun söylediklerini önemseyip, çok önemli aday kabul edip destek vermeye karar verdi...
YKP tüm bu tiyatroya dahil olmamak için, bir kez daha katılmayacağını açıkladı ve bu tepkinin ortaya çıkması için sandığa gitmeme çağrısı yapma kararı aldı.
YKP’nin tavrını anlamayan, yada kendi kültürlerinin benzerinin YKP’de de olduğunu düşünen çevreler, YKP’nin tavırlarını küçümsemek yada YKP’yi karalamak için direk ve dolaylı kampanyaya girişmelerini de bu süreçte başlattılar.
Bazı çevrelerin kasıtlı anlamadığını, anlamak istemediğini biliyoruz. Onlar bulanık suda balık avlamayı severler. Biz bu çevreleri es geçiyoruz. Bulanan suyu bir kez daha netleştirmek adına bu seçimlerde de niçin sandığa gitmemek gerek onu söyleyelim...
YKP, yalnız kendi düşüncelerinden ve tavrından sorumludur. Bu yüzden katılmadığı bir seçimde kitlesini, kendisini destekleyecekleri serbest bırakmak yada insanlara ‘ne isterseniz yapın’ demek gibi siyasi sığlığa hiç bir zaman girmedi. YKP 1990-2000 yılları arasında gücü oranında tüm seçimlere katılmış, tavrını net olarak ortaya koyarak bu düşüncelere destek verenleri kendine oy vermeye çağırmıştır. YKP seçime katıldığı dönemlerde de hiçbir etkisi olamayan mecliste bir kaç sandalye kapmak için değil, kendi düşünceleri kitlelere taşımak için seçimlere katılmış, ittifaklara gitmeye çalışmıştı. 2000’den sonraki süreçte ise YKP’nin ortaya koyduğu birçok şey tartışılmaya, konuşulmaya başlanmış, seçime katılıp bunların yeniden tartışılmasının ‘verimliliği’ düşmüş ve bazı çevrelerin ‘mış gibi’ politikalarından partinin kendini ayrıştırma ihtiyacı doğmuştu. Böylesi bir süreçte parti, geliştirdiği ‘seçime katılmama’ taktiği ile kendini daha net anlatabilecek bir noktaya gelmiş durumdadır.
YKP için seçime katılıp katılmamak tamamen mevcut koşulların değerlendirmesinden geçen, dogmalara dayanmayan bir olgudur. Ancak net olan, katılsa da, katılmasa da bugünkü koşullar sürdüğü sürece bu meclisin herhangi bir şekilde etkin olamayacağı gerçeği ile mecliste koltuk kapmak için YKP’nin seçimlere katılmayacağıdır. YKP için seçim süreçleri bir propaganda aracı olmayı sürdürecek ta ki seçimlere seçim diyebileceğimiz koşullar oluşuncaya kadar. YKP için katılıp katılmama, siyasi mücadelenin verilmesinde insan ve mali koşullarının en verimli şekilde kullanılması ve siyasi koşulların her durumda kendi özgül durumları ile göz önüne alındıktan sonra verilecek bir karar sürecidir.
Böylesi bir karar alma sürecini YKP yerel seçimlere katılıp, katılmamak noktasında yapmış ve bugünün koşullarında seçime katılmayarak siyasi mücadeleye devam etmek yönünde karar vermiştir.
Katılsaydı YKP, yerel yönetimlerden ne anladığını, yerelden demokrasi için nelerin yapılması gerektiği anlatacaktı. Bu yüzden YKP katılsaydı, Belediye Başkanlıklarına değil, Belediye Meclislerine seçilmek ve burada mücadele vermenin daha önemli olduğunu anlatacaktı. YKP katılsaydı, katılımcılığın ne kadar önemli olduğunu ama bununla birlikte kamu reformunun da bununla birlikte ele alınıp, kamusal alanının veriminin artırılması için de mücadele çağrısı yapacaktı. YKP katılsaydı, askersiz şehirleri, yaşam alanı içindeki askeri birliklerin çıkarılması tartıştıracaktı. Ve buna benzer düşüncelerini kitlelere taşıyacaktı.
Ancak, bugün itibari ile hala kimin seçmen olduğunun bile denetlenemediği, TC’nin asker ve sivil bürokratlarının olağan bir şeymiş gibi günlük yaşama müdahale ettiği, kendine sol diyen siyasi oluşumların günde üç öğün şovenizm yaptığı koşullarda seçime katılıp bunları anlatmaya çalışmak imkansıza yakın gözükmektedir.
Zaten bugünkü seçimlerde ana malzemenin Dikmen çöplüğü olması da bunun net göstergesidir. Başkan adayları yaptıkları ve yapacakları büyük projeleri anlatmakta ama hiçbirisi çalışmaya\ çalıştırılamayan Belediye Meclislerini tartıştırmamaktadır. Muhalifler mevcut Belediye Başkanını seçime üç kala yapılan işlerden dolayı suçlamayı bir marifet de sayabilmektedirler. Ama Belediye Meclislerinden geçmeyen kararlar normalde uygulanamaması gerekir, o zaman Belediye Meclislerindeki kendi üyelerini suçlayan var mı?
Apolitikleştirilen seçimlerde eski teori bir kez daha yüzeye çıkıyor, ‘partiye değil adaya o verin’ şeklinde kelimelerine bürünen tehlikeli sloganlarla yerel demokrasi yok sayılarak kenti kurtaracak birer kahraman aranma yoluna giriliyor…
Tüm adaylar gerçeği biliyorlar ki kentin içindeki askerle çıkmadan hiçbir gerçek düzenlemeye doğru dürüst imza atamazlar ama söylemekle de bir şey kaybetmeyeceklerini düşünerek bol bol laf tüketmektedirler. Lefkoşa, Mağusa, Girne, Omorfo, Lefke’nin içindeki askeri birlikleri ile mi daha yaşanır Avrupalı şehirlere dönüştürülecekler, yada tüm yolları askeri barikatlarla kesilmiş Luricina’yı Kıbrıslı ile bile bağlayamayanlar Avrupa ile mi bağlayacaklar ki sınırlarından TC Dışişleri sorumludur ve açıklama yapma hakkını kendinde görür, yoksa yarısından fazlasını askerin kontrol ettiği Akdoğan, Alayköy, Paşaköy, Gönyeli’yi mi Avrupalı yapacaklar? Askere dokunamayanlar hınçlarını Dikmen çöplüğünden alıyorlar...
Rutin belediyecilik hizmetleri ile yerel demokrasiyi karıştıranların seçiminde YKP’nin yeri olamazdı.
Ama katılsaydık sözümüz askersiz şehirler olurdu, sözümüz katılımcı demokrasi için Bölge/Mahalle Komiteleri ve katılımcı bütçe olurdu, katılsaydık sözümüz kamusal yapının reform edilerek verimliliğinin artırılması olurdu, katılsaydık sözümüz halkın iktidarı için Ankara’dan değil sokaktan iktidar için bu mücadeleye katıl çağrısı olurdu, ki katılsak da, katılmasak da, bunlar için her platformda mücadelemizi yükseltiyoruz, seçimden seçime değil...