27 Ekim 2006

Akıl tutulmaları

Bu hafta, belki tekrar olacak ama geçtiğimiz haftalarda yaptığım hatırlatmalara devam etmek istiyorum.
Hatırlatmalar aslında önemlidir çünkü kafa karışıklığına karşı, zihin açıcı faydaları var. Bugünkü durumu, çöken, kirlenen her şeyi anlamaya çalışıyor insanlar ama geride kalanlara bakmadan anlamaya çalışmak neye yarar var.
Mesela son dönemde bir yerel gazete Sayın Mustafa Akıncı’nın yaptığı açıklamaları ısrarla manşete çekmeyi sürdürüyor. Sanki de Sayın Akıncı’nın Türkiye karşıtı önemli bir hareketin içindeymiş izlenimi verilmeye çalışılmakta…
Çok değil 5 yıl öncesine gidelim ve hatırlayalım…
KTÖS, 30 Ocak 2001 tarihinde gazetelere “Ankara, paranı da paketini de memurlarını da istemiyoruz. Bizde kendi kendimizi yönetecek bilgi, beceri, potansiyel ve yeterlilik vardır. Esir olmak istemiyoruz” şeklinde bir ilan vermişti. Bu ilan sonrası dönemin Başbakan Yardımcısı da olana ve yine o dönemde TKP Başkanlığı da yapan Mustafa Akıncı TAK’a yaptığı açıklamasında “Türkiye ile KKTC arasında çok uzun yıllar öncesinden Kıbrıs Türkü’nün Anadolu’dan gelmesiyle başlayan, kökleri çok derine inen manevi ve kültürel bağlar bulunduğuna işaret” ederek “Türkiye’nin önemini ve dostluğunun önemini kavramadan bu ülkeye hizmet edemezsiniz. Öğretmeninize de hizmet edemezsiniz” diyerek KTÖS’ü eleştirmişti. (http://www.emu.edu.tr/~tak/news/20010131.htm )
Peki böylesi açıklamalar yapan Akıncı bugün kelimesi kelimesine ayni açıklamalar yapan Talat ve Ferdi’yi hangi yüzle eleştirebilir?
Sayın Akıncı’nın sendikalarla girdiği kavga Radikal Gazetesine kadar yansımış ve “Hükümet ortağı, Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) lideri Mustafa Akıncı da sendika yöneticilerine sert eleştiriler yöneltti” diye bu gazete haber yapmıştı. Yani yalnızca acentalık değil, acentanın savunulması görevini de üstlenmişti Akıncı…(http://www.radikal.com.tr/2001/02/02/dis/01ada.shtml)
Koltuk tatlı geldiğinde şekilden şekle girenlerin defalarca denenmesi ile hiçbir sorunun çözülmeyeceği anlaşıldığı gün aslında değişim başlayacak…
Son operasyonla ilgili bir anda sert açıklamalar yapan BKP Genel Sekreteri İzzet İzcan’ın Meclis tutanaklarından takip edebilenler şöyle bir karara rastlarlar;
“Cumhuriyet Meclisi Başkanlık Divanı, Kurucu Devlet Anayasasını Görüşmek Üzere Oluşturulan Geçici Özel Komitenin oybirliğiyle aldığı Karar ışığında, söz konusu Komite üyelerinden Sayın Ferdi Sabit Soyer Başkanlığında Komite üyelerinden Sayın Mustafa Arabacıoğlu ve Sayın İzzet İzcan’dan oluşan bir heyetin, Anayasa Taslağının hazırlanması aşamasında, bilgi ve görüş almak ve istişarede bulunmak amacıyla, 2 Mart 2004 tarihinde TBMM’ne gitmesine, heyete görevli olarak Protokol Şube Amiri Sayın Aygün Sakallı’nın eşlik etmesine ve bu amaçla yapılacak harcamaların Program 02, Cumhuriyet Meclisi Bütçesi Madde/Proje 12 “Yurt Dışı Görev Yollukları” kaleminden karşılanmasına Karar verir.”
Hatırlatalım. Annan Planı görüşmeleri yapılmaktaydı ve parça devletin anayasası hazırlanacaktı. Eğer olumlu düşünmek isterseniz yukarıdaki konuya şöyle yaklaşabilirsiniz ‘Kıbrıs’ta aranan Anayasa uzmanı ya da profesörü bulunamadığından, bu işi Türkiye’de halletmeye karar verdi bizim meclis’ ya da daha realistik bir yaklaşımla içinde İzzet İzcan’ın da olduğu delegasyon parça devletin anayasası için Ankara’dan icazet almaya gitmişti. Dönüşte Mecliste İzcan’ın yaptığı açıklamayı yine tutanaktan okuyalım;
“Geçen gün Anayasa Komisyonu olarak Türkiye Cumhuriyetine bir ziyarette bulunduk. Orada Sayın Meclis Başkanı Bülent Arınç Bey ile Anayasa Komisyonu Başkanı ki aynı zamanda Anayasa Profesörüdür, Burhan Kuzu Bey ile ve diğer ilgili yetkililerle yararlı temaslarda bulunduk.” (http://www.cm.gov.nc.tr/ftp/tutanak/D5Y1/b18.doc )
Bugün de ‘yararlı’ temaslar yapan CTP’lileri Sayın İzcan niçin eleştiriyor bir türlü anlamadım…
Meclis içine girip de acentalık görevine talip olmayan, hizmetine girmeyenlerin adeta kalmadığı bu koşullarda hala solda birlik gibi süslü laflarla, ‘eski defterleri karıştırmayın’ gibi söylemlerle yine koltuk avına çıkanlara karşı siyasal temizlik söylemi öne çıkarılmalı. Herkes geçmişi ile hesaplaşmalı ve özeleştiri vermeli. Bu olmadıktan ve siyasal konularda net anlaşmalar yapılmadan her türlü birlik yalnızca koltuk avı için olacaktır, YKP’nin ise böylesi süreçlerde işi olmadı, olmayacak…
Bunca hengame, bunca toz duman arasında Yeni Kıbrıs Partisi kendini yenileyerek, dinamik unsurlarını, tecrübeli kadroları ile birleştirerek mücadelesine hız vermeye çalışıyor…
Dile kolay 17 yıldır, nice badirelerden geçmiş kadrolar hala daha kitleleri rejime karşı mücadeleye çağırıyor. Ekim 1989’daki kuruluşun hemen ardından TC Elçisinin gazete sayfalarına yansıyan “hainlerin partisi kuruldu” şeklinde yaklaşımı ilerleyen günlerde yankısı bulacak, parti başkanın aracı iki kez bombalanacak, bir kez parti kurşunlanacaktı. Son olarak da geçtiğimiz yıllarda parti kundaklanmaya çalışılmıştı…
YKP kadroları açısından bunlar hep birer sinek vızırdısı gibi gelip geçti. Parti, her şeye rağmen 17 yıldır Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların birleştirilmesi için neyi varsa ortaya koyarak mücadelesini sürdürdü ve bu mücadelenin yarın da sürmesi için neyi varsa ortaya koyuyor…
YKP ve onun düşüncelerin anlatan en güzel cümle ‘vardık, varız, var olacağız’dır…
Evet, YKP’nin 17. yılı… Bu memleket bizim, talimatla yönetilmeye hayır diyerek yola çıkan bir hareketin onca seneden sonra hala daha ‘biz kazanacağız’ diye sloganlar atabildiği bir siyasal hareketin 17. yılı… Bunca kirletilmiş, çürütülmüş ve vitrinin süsü olmak için yarışıldığı koşullarda, acentanın bizzat kendisini hedef alan bir hareket var, rejime karşı mücadelenin bugün tek adresi…
Evet, YKP gelecektir…

13 Ekim 2006

Sürükleniyoruz, en azında sağımızı solumuzu bilelim

Herkes birbirine bakıyor, şaşkınlık herkesin suratından okunmakta, nereye gidiyoruz…
Televizyon filmlerinde görürdük, ormancılar koca kütükleri keser ve sonra nehre atarlardı, taşıması kolay olsun diye, bizlerin de bu kütüklerden hiç farkımız yok, son sürat sürüklenmekteyiz…
Yalnız bizim kütüğümüz yön duygusunu da yitirdiği için açık açık batıya gitmesine rağmen doğuya gidiyoruz diye de yaygara koparmakta, o yüzden hem sürükleniyoruz hem de yönümüzü kaybettik, üstelik de pusulamızı son, çöpe atmıştık, modası geçtiği için…
Biz sosyalistler ne kadar da modası geçtiği iddia edilse de, hep cebimizde bir marx, bir de engels taşırık, başımız sıkıştığında onları yardıma çağırırız, başka şeyler yerine… O yüzden ne kadar da moda geçse ‘emek’ deriz, emekçinin başına geleceklere bakarız, ustalar ne demiş diye de düşünmeyi ihmal etmeyi. Bizler ‘Colony Otel mutabakı ’ ile işverenlerle kol kola girmiş solculara çok dikkat edilmesini de Marx ve Engels’ten öğrendik, tarihle de sınadık yapabildiklerini…
Bu nedenle biz en çok kendine sosyalist diyenlerden korkarız çünkü onları sokaktaki adama anlatmak çok daha zordur. Ancak sağcıları çok iyi tanırız, anlatabiliriz… Sağcı dediğin nedir ki, en demokrat, en akıllı, en dürüst hep onlar ola gelmedi mi?
Mesela tek başına Özgür Parti Başkanı Avcı’yı dinleyin, zannedersiniz ki aradığımız ulu önder gökten zembille indi de haberimiz yok… Adamın ağzından bal damlıyor, yapacağı reformlardan falan bahsedip duruyor, karşı taraf da hala ticari kısmıyla uğraşmakta, kaç paraya kim kimi satın aldı diye ortalıkta bağırıp durmakta… Şaka bir yana bence, şu aşamada en tehlikeli siyasi oluşum ÖP’tür… Diğer tüm siyasi oluşumların şu veya bu şekilde parti organları ve tabanları vardır. Her parti şu veya bu şekilde üye denetimine açıktır ama ÖP için bunu söylemek imkânsızdır. Tek adam, tek lider partisi, yani ne isterse ona karar veren bir örgüt… Zaten Avcı’nın konuşmalarını dinleyenler bu sahtekârlığı hemen anlayabilir. Siyasete zaten üç beş yıl önce dahil olan Avcı, bize ne kadar önemli projeleri olduğundan bahsediyor. Peki, bunlara kim karar verdi? Avcı ve çetesi, peki ne zaman değiştirebilir? Yine Avcı ve çetesi istediğinde… Yani Avcı ve çetesi (ki içinde paramiliter örgüt UHH’nın kadrolarında yer alan milletvekili de var) bu ülkenin yönetim kademelerine yerleşmiş durumdadır, ne saat isterlerse karar verip, değiştirebilecek esneklikte bir örgütle birlikte! Elbette bu CTP ve gerçek iktidardakiler için olumludur çünkü üye baskısı olmayan, bir adam ve çetesinden oluşan böyle bir partiyi idare etmekten daha kolay bir şey olamaz. Ancak bu partinin başkanı olduğunu iddia eden şahsın televizyonlardaki açıklamalarını dinleyenler geleceğin faşist partisinin ayak seslerini duyabilirler, o yüzden ÖP ve kadroları geleceğe yönelik hiç de olumlu ışık vermiyor…
Peki, ÖP’e karşı ayaklananların durumu? DP liderliğinin sonuna gelindiği anlaşılmakta… Denktaş saltanatı hızla sallanmakta, yakında açıklanacak dosyalarla Denktaşlara ya çekilin ya da yeni dosyalar açıklıyoruz denecek ki bu riski alamayacakları için bugüne kadarkilerle idare edip çekilebilirler, UBP’nin ise geleceği çok belirgin gözükmüyor, çünkü liderlik sorununu yakında çözebilecek gibi gözükmemektedirler…
Böylesi koşullarda aslında sağın da, solun da üzerine oturup siyaset yapan CTP bu boşluktan bir süre daha rahatlıkla kendini saklayıp, alternatifsizlik siyaseti üzerinden yaşamını sürdürebilecek ama onların, artık alakaları kalmayan ‘sol’ ile anılmasına da son verdirmek bizlere kalmış ciddi bir iştir…
CTP aslında bu konuda ciddi fırsatları da bize vermekte…
Sayın Talat’ın Türkî Devletler Kurultayındaki demir döven fotoğrafları ile ülkücü harekete sempatik yaklaşımı bir yana, Soyer ile son dönemde sıklıkla dile getirdikleri ‘Türkiye’yi çok seviyoruz, hayin Rumlar’ türlü açıklamaları ile nerelere gittiklerini anlamak aslında zor değil… Bugün itibari ile CTP liderliği tipik sağ bir partinin tüm özelliklerini barındırmaktadır ama hala daha CTP liderliğin bir kısmı ‘sol’ olma üzerine teoriler ortaya koymaktadırlar…
Militarist, şoven ve milliyetçi çıkışlardan CTP’yi çözemeyenler için birkaç örnek de ekonomik alandan verelim. 2 Ekim tarihli Yenidüzen’in manşeti; “emeklilik sistem sürdürülemez”di. Haberin içindeki “emeklilik politikası çerçevesinde, yeterli, yapılabilir, sürdürülebilir ve sağlam emeklilik geliri ilkelerine dayalı olan Dünya Bankası, son 10 yılda 80’den fazla ülkede emeklilik reformuna katkıda bulundu” cümlesi tüm gerçek solcunun, küreselleşme karşıtı aktivistin, dürüst sendikacının tüylerini diken diken etmeye yeter herhalde… Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü çok uluslu şirketlerin çıkarları için Washington Konsensüs’ü dediğimiz ilkeler ini uygulamak amacıyla yola çıktılar ve dünyada yaptıkları onlarca ‘reform’ ile onlarca sosyal hak ve kamusal yararı olan hizmeti ya piyasa ilkeleri çerçevesinde fiyatlandırılan metaya dönüştürdüler ya da çökerterek yerlerine özel teşebbüsün gelmesinin veya tasfiye edilmesinin alt yapısını sağladılar. Bu nedenle Dünya Bankasının yaptıklarına reform diyenler yalnızca neo liberal politikaları destekleyenlerdir.
Bugün itibari ile dünyanın birçok yerinde geniş bir siyasi yelpazeye sahip muhalifler birçok kampanyalarla bu tip ‘reformların’ durdurulması için mücadele etmektedir. Hatta bu tip hareketleri destekler nitelikte son dönemde moda olduğu şekli ile IMF ve Dünya Bankası yöneticileri emeklilikleri sırasında nasıl başarısız uygulamalar/reformlar yaptıklarını anlatan kitaplar yayınlamaktadırlar . Hade hiçbirini takip edemiyorsanız da, BM’nin İnsani Gelişmişlik raporlarını okuyarak ‘reform’ adı altında yapılanların dünya halklarına faturalarını öğrenebilirsiniz…
Ya LETTAŞ örneği… Geçen sene bir yazıda bunun özelleştirmenin bir modeli olduğunu yazmıştım. Kamu yararı olan bir hizmetin tamamen özelleştirilmeden, özerkleştirilerek piyasa koşullarına uygun yeniden yapılandırılması... Bu çerçevede halen daha CTP MYK’da üyesi olan, o dönemde Lefkoşa Belediye Başkanı olan Kutlay Erk, Lefkoşa’lılara ait olan minibüsleri özel bir şirkete, LETTAŞ’a devretti, şirketin büyük ortağı da belediye oldu. Bu şekilde toplu taşımacılık özerkleştirilerek kamusal yarardan uzaklaştırılarak bir anlamı ile piyasa ekonomisine uygun yeniden yapılandırıldı. Bu sene de tamamen piyasanın kuralları çerçevesinde karsız bir şirkete belediyenin para bağlaması anlamsızlığı üzerinden DP’den olan bugünün belediye başkanı LETTAŞ’tan tamamen çekilip, minibüsleri satma kararı aldı. Ben eminim ki Kutlay Erk bu dönemde seçilseydi, kendisi de ayni şeyi yapardı. Yani tipik bir neo liberal uygulama ve yine uygulayıcı CTP’dir…
Bu tip özerkleştirmeleri, özelleştirmeleri, taşeronlaştırmaları, hizmet satın almaları, kamusal hizmetlerin metalaştırılmasını bugün itibari ile her alanda görebilirsiniz. Dünya Ticaret Örgütü bu ülkeye bir ofis kurup neo liberal uygulamaların tıkır tıkır nasıl işletildiğini herhalde izlemesinde yarar var, nasıl olsa dünyanın her yerinde eylemlerle bu tip uygulamalara taş koyan sendikalar, emek örgütleri, küreselleşme karşıtları aktivistler var, rahat rahat satış işlemleri yapamıyorlar, gelsinler kamusal yararı olan hizmetlerin, sosyal hakların nasıl budandığını, satışa çıkarıldığını buradan seyretsinler …
Dünya Bankasını öven, McDonalds’ın bu ülkeye gelmesinden gurur duyan, emeklilik ve sağlık sistemine topyekun saldırıya hazırlanan, ağzından her gün militarist, şoven ve milliyetçi açıklamalar çıkan, Kıbrıs sorunu konusunda yeni bir Mr. No misyonu üstlenen bir parti liderliğine karşı sesini yükseltmeyen tabana ne demeli?
Evet, sürükleniyoruz, hem de pusulasız, en azında sağımızı solumuzu bilelim bunca hengame içinde…