29 Mayıs 2013

Çelişki, CTP ve son kriz üzerine – Murat Kanatlı

Çelişki, CTP ve son kriz üzerine – Murat Kanatlı

Diyalektik diyaloglar (1)

Siyasal bir krizin içinde geçmekteyiz.
UBP’den istifa edenlerin yol açtığı son durum üzerine CTP’ye karşı “haksız” eleştiriler yapılmaktadır.
Haksızlığın temeli, yanlış tanımlamalardan kaynaklanmaktadır. Süreci formel (biçimsel) mantıkla algılama niyeti ile yaklaşanlar, ilk elden gördüklerini alt alta koyarak eklektik bir tanımlamaya gidiyorlar ve bunun sonucunda CTP’nin yanlış yaptığına karar veriyorlar!
CTP’ye “haksız” eleştiri yönetenlerin temel çıkış noktası CTP’yi hala TC egemen bloğu ile çelişki halinde görmekten kaynaklanıyor. Onlar, formel (biçimsel) ve/veya metafizik mantıkla/yaklaşımla, CTP’yi donmuş, geçmişteki hali ile bugüne taşıyarak, şimdiki durum içinde değerlendirme yanlışına düşüyorlar. Onlar, bugünkü ‘yeni’ CTP’nin hâlihazırda içinde bulunduğu ilişkileri, geçmişten bugüne geçirdiği dönüşümü, tarihini atlayarak, görmezden gelerek eleştirilerini ortaya koymaya çalışıyorlar.
İkinci büyük sorun ise hareketi yani bugünkü sorunumuz ile mevcut siyasi krizi tamamen dış nedenlere bağlama yanılgısıdır. Bu yanılgı neticesinde “başımıza ne geliyorsa bu, Türkiye’nin ve/veya emperyalistlerin/ süper güçlerin dıştan bize dayattıkları neticesinde olduğu” indirgemeci yaklaşımı ile yapılan durum değerlendirmeleri bizleri yanlış sonuçlara götürmektedir.

Yenilenen CTP üzerine
“Neo-CTP” özellikle 1990’dan itibaren farklı yönde değişime uğramıştır. Bu değişim sürecinin ilk başlangıcı ile ilgili değişik tarihler vermek de mümkündür. Bunların hepsi belli nicel değişikler yaratmıştır. Ancak 1990’daki parti kurultayı bu yöndeki nitel bir değişikliğe tekabül eder. Parti geçirdiği evrim süreci sonucunda öz olarak değişime uğramıştır. (Elbette buna neden olan başlıca faktör, onun siyasal kimliğini üzerine oturttuğu Sovyet geleneğidir ama b yazının ana tartışma konusu bu olmadığı için, değişim sürecinin detaylarına girmeden, bunun bu olgu olduğunu belirtmekle yetiniyoruz.)
Girip çıktığı hükümet deneyimleri ve siyaset yapma sürecindeki pratiklerindeki gelişme ile hareketin devam ettiği, yani yeni öze, niteliğe adapte olma sürecini geçirdikleri rahatlıkla söylenebilir. Özellikle 2000’lerin başında net şekilde kendini pratikte ifade ettiği hali ile yenilenen, TC egemen bloğu ile artık çelişkisi yoktur, artık böylesi noktaya ulaşmış durumdadırlar.
1990’larda bu değişim süreci farklı bir seyirde gelişti çünkü o dönemdeki TC egemen bloğunun karakteri farklı idi. Böylesi süreçlerde yenilenen CTP, o dönemdeki TC egemen bloğu tarafından militarist karakteri ağır basmasından dolayı hala güvenilir bulunmamıştı. Ancak buna rağmen yenilenen CTP, TC egemen bloğuna yaklaşma ve ilişki kurma anlamında hamle yapmaya devam etti. 1990’dan itibaren yenilenen CTP’den bu nedenle kendi içinden kopmalar da başlamıştı.
Bu süreçte yenilenen CTP, kendini beğendirme adına hükümet döneminde “ciddi” adımlar da attı. İTEM yasası bunlardan biriydi ama dönemin Türkiye’sinin içinden geçtiği koşullar yenileniyor olsa da CTP ile tam anlamı ile güvene dayalı ilişki kurmayı mümkün kılacak koşullar yoktu.
Yenilenen CTP, 2000’lerin başında tam anlamı ile “neo-CTP”ye dönüştüğünde, Türkiye’de başka bir sürecin de başlangıcıydı. Bu nedenle Kıbrıs’ın kuzeyindeki rejimin restorasyonu ihalesi, CTP’ye kaldı. Türkiye’nin yeni egemen bloğunun siyasal yapılanması için eski partnerler, Türkiye’deki kendisinin mücadele ettiklerini sembolize ettiği için, talih kuşu yeni CTP konmuştu.
12 Aralık 1993’teki erken seçim öncesinde nitel değişikliğin bir yansıması olarak görsel değişim de yaşandı, CTP, kırmızı olan parti flamasını yeşile dönüştürdü ve seçimin sonucu olarak DP ile koalisyona küçük ortak olarak girdi. Tam 10 yıl sonra 14 Aralık 2003’te ise gene DP ile ama bu kez büyük ortak olarak hükümete girdi.
19 Nisan 2009’daki hükümetten düştüğü dönemdeki seçimlere kadarki icraatı ile yeni CTP, TC egemen bloğu ile tüm çelişkileri aşmış bir konuma gelmiş durumdaydı.
Onu hükümetten düşüren konu/neden, başka diğer çelişkilerin ortaya çıkması idi ve TC egemen bloğunun yenilenen ihtiyaçları idi.

Çelişkiler, çatışmalar, saflar
Şimdiki hali ile duruma bakarsak, CTP’nin UBP ile çelişkisi olduğu gerçektir ama en az onun kadar TDP ve DP ile de çelişkisi vardır. TC egemen bloğunun ama özelde özellikle bu blok içindeki siyasi yapılanma AKP’nin de, TDP ve DP ile çeşitli nedenlerle çelişkisi vardır. TDP’nin ve DP’nin ise tam olarak TC egemen bloğu ile değil ama AKP ile bir çelişkilerinin olduğunu ortaya koyan yaklaşımları vardır. Benzer şekilde AKP ile Eroğlu arasında da çelişki mevcuttur.
Bunun somuta indirgenmiş hali CHP temsilcilerinin ve askeri yetkililerinin son dönemde gelip Eroğlu’nu ziyaretlerinde görülebilir. Bu ziyaretler bu dönemde yeniden hızlanmıştır çünkü çatışma çelişkinin gelişimindeki bir uğraktır, günün sonunda niteliksel değişme zorlar…
Çatışma halinde saflar netleşir…
Benzer şekilde AKP temsilcileri adaya geldiklerinde özellikle UBP temsilcileri ile, zaman zaman da CTP temsilcileri ile görüşmelerinde, ama Eroğlu ile görüşmemelerine bakarak kimin kiminle ilişkisinin olduğunu görmeye yardımcı olur. AKP temsilcilerinin adaya ziyaretinde artış gözlenmesi de çatışma halini doğrular niteliktedir.

Hareket halindekiler
Burada bir noktanın vurgulanması önemlidir. Formel mantık CTP’nin AKP’nin tamamen kontrolüne geçtiğini söyler, diyalektik ise bize CTP’nin içine de bakmayı ve CTP’nin kendi iç çelişkilerini de görmemizi öğütler… CTP içindeki çelişkiler, bugün itibari ile onu daha farklı yöne götürme eğilimde değildir. Yeni CTP’yi değiştirecek, dönüştürecek hareketin öznesi ordadır ama güçsüzdür, etken değil, edilgendir. Bu nedenle bir süre daha bugünkü TC egemen bloğu ile çelişkisi olmayan CTP olgusunu kabullenmek gerçeği ile karşı karşıyayız. Özellikle solda birlik tartışması yaparken bu gerçeği kabullenerek yapmak önelidir.

İçsel, dışsal hareket
Tüm ilişkileri diyalektik mantık ile analiz ettiğimizde, iç bağlantılarını, tarihlerini, çıkar çatışmaları içinde bütün sistem içinde değerlendirdiğimizde taşlar yerli yerine oturabilir. UBP ile CTP’nin konumlanışı, DP ve TDP’nin karşı çıkışı ve suçlamaları bir yere kadar anlam kazanır.
Tek oturmayan gibi duran TC’nin müdahalesidir. Onu da metafizik yorumlayışla ele almakta kararlı olanlar vardır. Bu nedenle gerçek durumla bağlantısı, iç olaylarla ilişkisi yanlış yere konmaktadır.
Metafizik yaklaşım, olayları, olguları, şeyleri donmuş, hareketsiz sayar, bu nedenle her türlü hareketi, ister mekanik ister dönüşüm anlamında, dışsal, dış nedenlere ve koşullara bağlar.
Diyalektik ise hareketi içsel kabul eder. Hareketi içerdeki zıtların ilişkisin ile tanımlar ve sonsuz kabul eder. Diyalekti temel olarak der ki; her şey mekâna, zamana ve harekete bağlı olarak, zıtların çelişkisi, mücadelesi ve birliğinin üzerinden durmaksızın, sürekli olarak değişir, dönüşür.
Materyalist diyalektik der Mao, “dış nedenleri değişim koşulu, iç nedenleri ise değişimin temeli olarak görür.” Ve devamında “dış nedenler iç nedenler aracılığı ile etkin hale gelir” der. Bu konudaki Mao’nun örneği ilginçtir, yeterli koşullardaki ısı yumurtadan civcivinin çıkmasını sağlar ama hiçbir ısı taştan civciv çıkaramaz! (Teori ve Pratik, syf28)
Bu noktada TC egemen bloğunun müdahalesini de bu yaklaşımla doğru yere koymak mümkündür.
Tüm sorunu dış müdahalelere bağlayan yaklaşım bizleri tek yanlı çözümlemelere götürecektir. Örneğin her şeyi dış müdahalelere bağlayan yaklaşımlar nedeni ile “müdahale kalkarsa her şeyin düzeleceği” yanılsaması ortaya çıkar. Buradan yola çıkarak tek yanlı dış müdahaleye karşı mücadele tek çıkış yolu gibi de gözükebilir ama bu ciddi bir yanılsamadır.
Bu nedenle diyalektik metotla, çok taraflı bakarak süreci okumaya çalışmak doğru ve etkin mücadele biçimlerini belirlerken ciddi önem kazanır. ‘TC egemen bloğunu güncel ihtiyaçları çerçevesinde, Kıbrıs’ın kuzeyindeki iç bağlantıları kullanarak, çelişkileri hızlandırarak veya yavaşlatarak, kendi çıkarına uygun bir idari mekanizma yaratmakta’ şeklinde sürece yaklaşırsak, gerçeğe daha yakın bir yaklaşım geliştirmiş oluruz. Bu hali ile farklı dönemdeki müdahaleleri anlamamız mümkün olur.
Bu süreci doğru anlamak ve tanımlamak önemlidir. Bensaid “karar verme sanatı olan politika, belirsiz bir sonuç için stratejik bir hesaplamadır” demişti. Doğal olarak yanlış hesap yanlış taktik ve strateji demektir, bu da politik olarak başarısızlık demektir. Tam da bu nedenle, doğru yaklaşım tüm iç bağlantıları, dış etkileri doğru yere koymak, bunların mümkün olduğunca doğru analizini yapıp taktik ve stratejiler geliştirmek, siyasal başarı için çok önemlidir.
Böylesi bir yerden bakıldığında TC egemen bloğu ile çelişkisi kalmayan ya da kısmi çelişkisi olanların mücadelesinden başka çıkarsamalar yapmak, besbellidir ki yanlış sonuçlar doğuracaktır.
Tam da bundan dolayı, mevcut güncel siyasi krizden, olumlu anlamda nicel veya nitel değişim beklemenin olanağı yoktur. Nicel değişim olacağı izlenimi mevcuttur. Kıbrıs’ın kuzeyindeki mevcut idarede “yeni Osmanlı” ile “askeri vesayet” yanlılarının etkisinin sayısal oranından değişim mümkün ama bizim anladığımız anlamda olumlu nitel değişimi gerçekleşecek süreçlerin oluşmasının hiçbir belirtisi yok, bunu zorlayacak araçlardan da şimdilik yoksunuz…

Diyalektik analiz üzerine
Lenin’den uzun bir alıntı yapalım (Seçme Eserler, cilt 9 syf 91-92, İnter Yayınları)
“Biçimsel mantık biçimsel tanımlamaları alır ve kendisine en olağan olanı ya da en sık göze çarpanı kılavuz alır ve bununla yetinir. Bunu karşılıklı iki ya da daha çok sayıda tanımlamayı alır ve bunları tamamen rastlantısal biçimde (hem cam silindir, hem de su kabı) birleştirirseniz, sadece nesnenin çeşitli yanlarına işaret eden eklektik tanım elde edersiniz.
Diyalektik mantık, bunun ötesine geçmemizi talep eder. Bir nesneyi gerçekten tanımak için onun bütün yanlarını, bütün ilişkilerini ve “aracılıklarını” kavramak ve araştırmak gerekir. Buna hiçbir zaman ulaşamayız, fakat çok yanlılık talebi bizi hatalardan ve kalıplaşmaktan korur. Bu birincisi. İkincisi, diyalektik mantık, nesneyi gelişimi içinde, (Hegel’in zaman zaman söylediği gibi) “kendi hareketi” içinde, değişimi içinde ele almayı gerektirir. Bir bardakta bunu görmek hemen o kadar kolay değil, fakat buna rağmen bardak da değişmeden kalmıyor, özellikle de onun amacı, kullanımı, çevreyle ilişkisi değişiyor. Üçüncüsü, bir nesnenin tam tanımına gerek hakikatin ölçütü olarak gerekse de bir nesnenin insanın ihtiyacı olan şeyle olan ilişkisinin pratik determinantı olarak tüm insan pratiği girmelidir. Dördüncüsü, diyalektik mantık (…) “soyut gerçek olmadığını, gerçeğin her zaman somut olduğu”nu öğretir.”
Burada elbette soyutlamanın, çevresindeki gerçeklerin etkisinde kalmıyormuş gibi ele alan düşünce olduğunu hatırlamak gerekir.
Formel mantık konusunda Bertell Ollman da uyarmaktadır. Ollman, “temel sorun gerçekliğin aslında görüntüsünden daha fazla bir şey olması ve bu bakımdan da sadece ve sadece görüntülere, gözümüze çarpan anlık ve dolaysız verilere odaklanılmasının son derece yanıltıcı sonuçlar vermesidir” demişti. Ollman devamında çözümü de ortaya koyuyor, “günlük yaşantımızdaki herhangi bir şeyi anlamak da bu şeyin nasıl ortaya çıktığı, geliştiği ve parçası olduğu sistem ve bağlam içerisinde nerde konumlandığı hakkında bir şeyler bilmeyi gerektirir” demektedir. Ancak bununla da yetinilmemesi gerektiği, tarihi ve bağlantıları ile bu süreci anlamak gerektiğini vurgulamaktadır. Ollman da bunun için diyalektiğin önemli bir kılavuz olduğunu vurguluyor. (Diyalektiğin Dansı, 30-31)
Bu nedenle ne yapmamız gerektiğini ararken eldeki kılavuzumuz diyalektik olması gerekir.
Kılavuzu doğru kullanırsak, mevcut siyasi krizi doğru kavrar ve bunun üzerinden doğru taktik ve stratejiler geliştirebiliriz.

En olağan olanı ya da en sık göze çarpanı kılavuz alırsak yani formel mantık içinde olayları değerlendirsek bunu basit kişisel kaygıları da güden bir siyasi hesaplaşmadan öteye göremeyiz yani doğru politik hattı ortaya çıkaramayız…

23 Şubat 2013

Ortak aday ve Alis Harikalar Diyarı hikayeleri

Seçim ittifakları üzerine tonlarca yazı yazdım, gene kapı seçim ittifakı için çalınmakta, birileri çalmakla kalmadı, sanki de yıkacakmış gibi yapmakta… O zaman gene yazalım, üzerinde konuşalım…
Soru sorarak başlayalım;
Toplumsal muhalefet alanında bile ortak iş üretmekte bunca sorun yaşayanların seçime birlikte girmesi bir illüzyon olmaz mıydı?
Arkasından ikinci soruyu soralım, bu zar zor yapılan işten bile ‘biz CTP’yi aklamayız’ deyip çekilenler, nasıl olur da CTP’li ortak aday talep ederler. Böyle olunca CTP aklanmayacak mıydı?
Bir platform kurulurken yazılan metinler üzerinden CTP’nin aklanıp aklanmayacağı yargısına varıp, diğerlerini zan altında bırakarak, diğerlerini ‘CTP’yi aklayanlar’ olarak lanse ederek, platformdan çekilenler yüksek ‘sesle biz ortak aday isterik’ dediğinde bu gerçek ses mi, yoksa bir eko mu? Nasıl anlayacağız?
Etik olmayan bir şekilde istenmeyen bişeyle ilgili istermiş gibi yapıp, o şeyin olmaması için onlarca şey yapmak, bu tanımı bir yere yazalım bulunsun, sonra bir ara buraya döneriz…
Son dakika bile yazılar yazıp “adı var kendi yok bir heyyula; “sol güçler”” ne için denir? Sonra “bilcümle “marjinaller” olarak birleşebilseydik eğer; ne Tayyip durabilirdi karşımızda ne de UBP” illüzyon yazıları yazılmakta... Adı var, kendi olmayanların karşısında nasıl Tayyip veya UBP duramaz? Yoksa yanımızda büyükçe bir ‘örgüt’ olunca, bütün zafiyetimizden arınmakta mıyız?!
Ortak basit, bir günlük bir eylemlilik için bile yan yana gelemeyen, gelemedikten sonra aylarca hır gür yaşayan ve tutup bunun için günlük gazetelerde yazdıkları yazılarda ‘kalın çizgiler çektik, onlar o yanda ve biz bu yanda’ diyenlerin, ortak adayda varız demesi kadar komik bir şey olabilir mi?
Çekilen kalın çizgiye ne oldu?
Çizgi kendi kendini sildi mi? O yanı, bu yanı öyküsü nasıl bitti?
Hangi sol etik tartışmaya uyar ki ‘sol liberallerin devrimci diye ortalık dolaşmasına izin vermeyeceğiz’ efelenmeleri yapıp sonra, ‘hade gelin birlik olalım, Tayyip ve UBP’yi sallayalım’ demesi?
Alis Harikalar Diyarı gibi topluma hikâyeler anlatmak değil siyaset yapmak gerek, bu nedenle sallayacaksak Tayyip’i, UBP hep beraber, bunun için önce birbirimizle dalaşmaktan vazgeçeceğiz! Eleştirmek değil kast ettiğimiz, dalaşmak, efelenmek, posta koyma halleridir…
Alis Harikalar Diyarı’nda tavşan bir kapıdan geçer ve Harikalar Diyarına dalar, çeşit çeşit…
Bir kapıdan geçince fon havuzunda yüzen emperyalist uşakları kılığında dolaşanlar, diğer kapıdan geçince ortak adayla kötü büyücüye karşı dost ve müttefik olmuyorsa, Alis gibi bir mantar yeyip rüyalar dünyasına dalmıyorsak, ortak aday nasıl olacak sorusunu sorma hakkı doğuyor…
Sol içinde rekabetçi tutumları aşmamız gerek, örgütlerden birinden birini ortadan kaldırması, yıpratılması, hırpalanması kimseye bir şey getirdiği yok. Ama dalaşma, efelenme, posta koyma halleri sahiplenilmeye devam edildiği koşullarda ‘fair-play’ siyaset nasıl olacak…
Fair-play demekle basit bir şey değil, tam da kelimeyi kulandım aslında; “rakibe saygı ve ona fizyolojik ve psikolojik açıdan zarar vermemektir. Rakip, bir düşman olarak değil, oyunun bir parçası olarak görülür ve yoğun mücadelede bile rakibin onuruna saygı duyulur. Fair-Play, oyunda hileye ve şiddete başvurmamak anlamına da gelmektedir”
Bunu, şimdi spordan siyasete tercüme edelim, eğer hep beraber bu rejime karşı mücadele ediyorsak ama aramızda siyasal farklılıklar varsa ki doğaldır, bu tartışmaları fair-play kuralları ile yapmamız yani psikolojik açıdan birbirimize zarar vermeden, düzeyli bir siyasal tartışma yapılması önemlidir. Kişisel saldırılar değil, ideolojik tartışmalar önde olması ilke olmalıdır. ;Siyasal rakip bir düşman olarak değil, rejime karşı mücadelenin bir parçası olarak görülmesi ve yoğun siyasal bir tartışmada bile siyasal rakibin onuruna saygı duyulması önemlidir.
Yani siz çok kızdınız diye siyasal rakibinize ırkçı derseniz, dönüp bir hafta boyunca günlük gazete her gün farklı bir imza ile ona bu itham ile saldırırsanız, bu fair-play bir davranış olmaz.
Fair-Play, tartışmada hileye ve şiddete başvurmamaktır, bu bir haftalık günlük gazetedeki siyasi linç kampanyası psikolojik şiddet içermiş ve hileye başvurulmuştur. Söylenmemişler üzerinden çıkarsamalar yapılmış, okuyucu yanıltılmış, okuyucuya karşılaştırmalı mukayese olanağı sağlanmamıştı. Hile yolu ile kamuoyu oluşturulmuştu… Ama ne gam, yaptık, bir kere, ‘biz yaptıysak eyi yaptık’ hallerinden bir şey kaybettiklerini gösteren bir emare yoktur ortalıkta…
Hatırlayanlar bilir, Ekoloji Forumu bile post-ekoloji saldırısına uğramıştı, çünkü siyasal rakip düşman olarak belirlenmiş, bu nedenle her cephede savaş mubah görülür olmuştu.
Her ne eylem yapılsa karşılığında bir post-bişey etiketi suçlamasına layık görülmüş, ‘ne eylerlerse yanlış eylerler, sol liberal eylerler’ türküsü ağızlarına sakız edilmişti…
Nasıl olduysa Alis gibi bir kapıdan geçtiler, başka bir diyara açıldılar, ‘ne eylersek sizinle eyleriz, eylersek UBP ve Tayyip’i sallarız’ türküsünü söylemeye başladılar…
Şimdi buradan bakınca onlar başka kapıdan geçtikleri için Alis gibi başka diyarlarda oldukları için anlatacakları ortak aday masalına herkesin inanması beklemektedirler, mümkün mü?
Gene hileye başvurmaktalar, daha üç beş ay önce ‘hem milletvekilliğinden emekli maaşı alıp rejime karşı mücadele edilmez’ buyuranlara, sol liberal deyip duranlara, bunca yaptıklarından sonra, elbette karşı taraf güven duymayacak ve ortak adaya mesafeli duracaktır. Ama amaç kamuoyunu hile ile bir kez daha yanıltmak olduğu için, sekterlik dehası bir usulle günlük bir gazete açıkça kalın çizgi çizenler diğer tarafı ofsaytta bırakıp ‘çağrılarımıza yanıt vermeyen bölücüler’ demek için pusuda yattıklarını bilmemek acemilik olur.
Futbolu bilenler bilir, ofsayt bir çizgi halidir, çizginin o tarafında kalanın halidir, çizgi genellikle bir tarafta durulup çizilir, yani çizgi çizen kendini aslında ofsaytta bırakır. Çizginin gerisinde duran biri şimdi bağırmaya başlayacak, ‘ofsayattı bu’ diye, kim inanırsa. Güçlü bağırırsa inanı çok olur diye düşünerek yüksek sesle bağıracak…
Gezip durup anlatacak, dün dündü, biz Alis olarak başka kapıdan geçtik, bu başka diyardır diye, bir illüzyonu anlatıp, inanılmasını bekleyecek herkesin…
Zor zamanlardan geçiyoruz, ihtiyacımız olan sol içi rekabet değil kendi içimizde fair-play siyasal tartışma ile yapabilmek ama asıl olanın rejime karşı mücadele olduğunu unutmadan…
Bir sahada iki düşman olmaz, eğer birileri düşmanının tek olduğunu netleştirmezse, bunu teorik değil, pratik olarak göstermezse, Alis harikalar diyarı benzeri hikayeleri anlatmaya devam ederlerse, yol almamız mümkün değil…
Önce siyasi parti olamayan parti söylemlerinden başlayalım, hala bizi nasıl tanımladığınızı netleştirelim, sonra otak aday, iş ve güç birlerine geçeriz…
Bunlar olmayacaksa, yukarda imlediğimiz yere dönelim;
“Etik olmayan bir şekilde istenmeyen bişeyle ilgili istermiş gibi yapıp, o şeyin olmaması için onlarca şey yapmak” hallerimiz bizi bir yere götürmeyecektir…