15 Temmuz 2002

Kaçabilmek.. **

Kentin dayattığı tüm olumsuzluklardan ve sorumluluklardan kaçabilmek..

Perşembe gününden beridir Karpaz yarımadasında, yalnızca içinde yatak olan bir kulübde kalıyorum. Aslında bir anlamı ile herşeyin doğallığı, olmayanların sorun edilmemesini getiriyor. Bir dostun tanımı ile hiçliklerin cenneti yani...

Elektriğin olmaması yada suyu çok kısıtlı olması, televizyonun olmaması, telefonların pek de kapsama alanı içinde olmaması, tüm herşeyin yokluğu sizi süren yaşamdan koparıp götürebilmektedir.

Çevrenizde çeşitli gruplar halinde dolaşan yabani eşekeleri seyretmeyi bu anlarda daha eğlenceli bulursun, sahilde kendilerince amaçlı ama sence amaçsız oraya buraya kaçışan yengeçlerin hareketleri takılır gözüne, hoşuna gider tüm ayrıntılar ve bu aslında tüm bunların nedeni olarak, beyinindeki tüm sorunların, kapsama alanı içinde olmayan telefonlarla, ulaşılamayan haberlerle ve diğer tüm teknolojinin getirileri ile birlikte birkaç kilometre ötedeki köyde kaldığını fark edersin. Haberleri takip edememek ilk etap sana sorun gibi gelir ama sonra yengeçler, yabani eşekler ve kaplumbağalar sana daha anlamlı gelmeye başlar. Geceler ve gündüzler boyu hiç durmadan ses çıkararak, hiç susmayacaklarını düşündüğün ağustos böceklerinin inatla süren gürültüsüne/senfonisine alışır kulakların, nasıl ki kentin olanca karmaşısına alışıp kaosa yabacılaşan insan vücudu gibi onlar da senin birer parçan olur.

Kendinle kalırsın, başka kimse yada başka hiçbirşey kendinle arana giremez, hiçbir sorumluluk sana yapılması gerekenler listesi dayatamaz, önünde büyük bir keyifle oynayan yabani eşeklerle, sahibe sadaktan onları kulübeye yanaştırmama adına çabalayan köpek senin yaşamdaki en eğlenceli anların olur.

Boşluğa düşmektir bu, bir an için ne yaptığını düşünmek sorunun da yoktur. Hele modern yaşamın sana dayattığı zamanla yarış kavramı bir hiçdir, çünkü bitirilmesi gereken ve zamanla alakalı hiçbirşey yoktur yaşamında...

Saata bakmak, zamanı öğrenmek ihtiyacı olmadan yaşarsın ve gerçek yaşamdaki koşuşturmaya, yabancılaşmaya, senin olmayan işgal edilmiş zamanlarına hüzünlenirsin. Kimi zaman gönüllü kimi zamansa gönülsüzce, yabancılaşarak bize ait zamanın işgal edilmesine seyirci kalırız. İşte boşluğa düştüğünde, bunu ne kadar acımasız olduğunu anlar ve elinde olan imkanları kullanmaya karar verirsin ama geri döndüğünde modern yaşam tüm ‘gerçekliliği’ ile karşına dikildiğinde kalacağın zavallı durumun tesbiti yapabilmek düşer payına..

Akşam olunca buralarda, payına düşen birkaç bira veya birkaç duble rakı alıp sessizliği dinlerek dostlarla sohbettir.

Gökyüzündeki tüm hareketlilik takılır gözüne, karanlığın içinde herkes/herşey seni ürpertir ve sen zaman zaman boşluğa düşersin. Zaman zaman modern yaşamla bağlantı kurmaya çalışır zihnin ama teknolojinin uzaklığı gelir aklına çaresizce oturursun geri yerine ve çok kısa zamanda boşluk seni yine içine çeker.

Yaptıklarının, yapamadıklarını ve yaşadıklarının muhasebesi çıkar ilerleyen gecelerde. İlişkilerini düşünün, emek vermek gerektirdiklerini gözden geçirin ve yaşam aslında hiç de senin düşlediğin gibi gitmediğinin acı faturasını çıkarın. Belirsizliklerin seni ne çok yorduğunu düşünün. İlişkilerin seni ne çok sen olmaktan uzaklaştırdığını birkez daha fark eden. Yaşadığın ama şimdilerde bitmiş olan ikili ilişkinin seni ne çok yorduğunu, bazı şeylere yabancılaştırdığını ve en önemlisi seni ‘evcilleştirdiğini’ düşünün. Yaşadığın ilişkilelerin de muhasebesi çıkar, alt alta konur yaşananlar ve ne kadar çok yabancılaşmanın yaşandığının kayıtları tutulur.

Yeni başlangıçlar yapabilmek ihtimalleri üzerinde durun. Bazı zamanlarda nokta konması ve yeni paragraflarla başlanması hayali içini kaplar, uzun uzun üstünde düşünün ama yaşamda nokta koymak ve yeni paragraflar açabilmek çok kolay olmaz.

Ama yorulduğun tesbitini birkez daha yapan kendi kendine ve paragraf açabilmek ihtimali, olasılıkları hep aklında olur.

Gece yarısı lüks ışığında kendi kendine yıldızların altında Sunay Akın’ın şiirlerini yüksek sesle okumayı sürdürün;

“Denize doğru inen bir sokaktır ülkem

düz değildir taşları

ayakabılarını bağlamadan

peşinden koşarken martının

ipe takılır düşer

özgürlüğün eve avuca sığmaz çocukları

Başımızdaki şapka bireysel

şemsiye sosyalist yanımızdır

ve tek şartı

ters dönen bir şemsiyeyi düzeltmenin

zor da olsa yürümektir

rüzgara karşı”

Sonra yavaş yavaş toparlanmaya başlanan farklı mekanlardan 3 dostla paylaştığın 5 günün sonuna gelinmiş ve artık geri dönüş zamanıdır. Tüm yoğunluğun ve kaosun içine geri dönüştür aslında yaşanan.

Ve bir kez daha kendine sözler verirsin, belki de tutamayacağını bile bile; ‘zaman zaman insan yaşama ara vermeli ve kaçabilmeli tüm yabancılaştığı şeylerden, işgal edilmiş zamanlardan ve sorumluluklarından’...

Ahmet Altan bir yazısını şöyle bitirmişti:

“Açın kapıyı, kendinizden ve aklınızdan çıkıp yürüyün.

Korkmayın.

Döndüğünüzde sizi bekleyen gerçekleri ve kendinizi bıraktığınız yerde bulacaksınız.”

Hızla yaklaşırken kente, yaşadığın yere, kendine ve aklına verdiğin iznin bittiği gerçeğini fark edersin..

Ve kendini kendine gülümseyerek mırıldanırsın

“Merhaba ‘gerçekler’, bazılarınızı çok sevmesemde merhaba!”

(**) Bu yazı 11-15 Temmuz 2002 tarihleri arasında yazılmıştır