19 Ocak 2008

YAŞAM HEMEN ŞİMDİ, MÜCADELE HEMEN ŞİMDİ!


Çok eski bir tartışmadır, Lenin “"Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı” kitabında sorar “burjuva parlamentolara katılmak gerekir mi?”... Ve cevabını yine kendisi verir “kanıtlanmıştır ki, Sovyet Cumhuriyetinin zaferinden birkaç hafta önce bile, giderek bu zaferden sonra bile burjuva demokratik bir parlamentoya katılmak, devrimci proletaryaya zarar getirmek şöyle dursun, ona, bu parlamentoların niçin dağıtılması gerektiğini geri kalmış yığınlara daha kolay anlatma olanağını sağlamakta, bu dağıtışın başarısını ve burjuva parlamentarizminin "siyasi tasfiyesini" kolaylaştırmaktadır.”
Ve Lenin devam eder; “gelecekteki şu ya da bu durumlarda bizim için hangi mücadele aracının daha pratik ya da elverişli olacağını önceden kestirmek, siyasette daha zor bir şeydir. Bütün mücadele araçlarından yararlanmayı bilmemek, büyük bir yenilgi tehlikesine –bazan, hatta kesin yenilgi tehlikesine– kendini atmak olur, çünkü bizim irademizin dışında meydana gelecek olan öteki sınıfların durumundaki değişiklikler, bizi özellikle zayıf olduğumuz bir hareket biçimine başvurmaya zorlayabilir. Eğer bütün mücadele araçlarından yararlanmayı biliyorsak, mutlaka yeneriz; çünkü koşullar, düşman için en tehlikeli olan silahı, öldürücü darbeleri en çabuk indiren silahı kullanmamıza olanak vermese de, biz gerçekten ilerici olan, gerçekten devrimci olan sınıfın çıkarlarını temsil etmekteyiz. Tecrübesiz devrimciler, çok defa, legal mücadele araçlarının oportünizm lekesini taşıdıklarını sanırlar, çünkü bu alanda, burjuvazi, çok defa (özellikle "barış" zamanlarında, ihtilâl zamanlarında değil) işçileri aldatmış, işçilerin güveniyle oynayabilmiştir; ve bu devrimciler, illegal mücadele araçlarının en devrimci araçlar olduğunu sanırlar. Bu, yanlıştır. Doğru olan, örneğin en demokratik, en özgür ülkelerin burjuvazisi, savaşın soyguncu karakteri hakkında doğrunun söylenmesini yasak ederek, işçileri tarif edilmez bir cüret ve pişkinlikle aldattığı 1914-1918 emperyalist savaşında olduğu gibi bir durumda, illegal mücadele araçlarını kullanmayı bilmeyen ya da kullanmak istemeyen (yapamıyoruz demeyiniz, istemiyoruz deyiniz) partilerin ve önderlerin oportünist oldukları, işçi sınıfına ihanet ettikleridir. Ama illegal mücadele biçimleri ile bütün legal mücadele biçimlerini birleştirmeyi bilmeyen devrimciler, pek kötü devrimciler sayılmalıdırlar.”
Ve Lenin hatırlatır; “devrimci olmayan giderek gerici olan kurumlarda, devrimci olmayan bir ortamda, devrimci bir eylem yönteminin gereğini henüz anlayamayan yığınlar arasında devrimcilik etmek çok daha zordur ve çok daha değer taşır.”
Dediğim gibi siyasal partilerin hangi araçları kullanmaları gerektiği, hangi araçların lekeli olduğu tartışmasının bir asırdan fazla bir tarihi var… 1920’de yazılmış “"Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı” kitabında Lenin derdini anlatmaya çalışıyor, derdimizi anlatıyor… Onun koşullarını aynen alıp bugün uygulamaya çalışmak saçmalamaktan başka bir şey olmayacaktır, ama onun gösterdiği ilkeleri tartışmak, bunlar üzerinde konuşmak önemlidir…
Bu tartışmanın ilk kısmıdır… İkinci kısmında ise 1990 öncesi süreçte birçok sol akım için her şey devrimden sonra daha güzel olacaktı, bu nedenle devrim mücadelesi dışında kalan bütün mücadele şekilleri ikincil ilan edilmişti. 90lar sonrası gelişen tartışma sürecinde, yenilgi koşullarında bazı sol kesimler bununun özeleştirisini yaparak “hemen şimdi” ile özetlenebilecek bir taktiğin izlenmesinin gereklerini ortaya koydular…
Yeni zamanlar bize gösterdi ki, kimse daha az demokraside yaşadığı için, daha yoksul olduğu için sol mücadeleye katılmıyor. Tersine daha az yoksulluk, daha az demokrasi onları güçlünün yanına doğru itiyordu…
Radikal sol bugün itibari ile demokrasi hemen şimdi derken, aslında burjuva demokrasilerde gidebilecekleri yeri biliyor ama oraya kadar önemli bir mesafe var. Ancak “demokrasi hemen şimdi, hem de burjuva demokrasi koşullarında” derken yığınların yeniden kazanılması için mücadele ediyorlar, kazanılan her demokratik hak solun, sosyalistlerin kazanım hanesine yazılıyor. Bu kitleler ile sol arasında ilişkinin, güvenin yeniden gelişmesine yardımcı olacak bir unsur olarak karşımıza çıkıyor… Benzer şekilde kadın sorunu, çevre sorunu ve benzeri birçok alanda “hemen şimdi” diyerek yığınların içinde umutsuzluğun ve bilinçsizliğin olduğu yerde “lekelenmeden” korkmadan, zoru seçerek propaganda faaliyeti geliştirmek sola zemin kaybettirmez. Tersine karşı çıktığının deşifresi için önemli imkânlar sağlarken kazanımlar güçlü ilan edilenin yenilebileceği, yeni bir dünyanın mümkün olduğunun habercisidir de ayni zamanda…
Üçüncü konu ise karşı propaganda her dönemde yapılmaktadır. Karşı propagandanın bilinçli bir merkezden yapıldığı gibi, dağınık, kitle içinden gelmesi de doğaldır. Parti kendi pozisyonuna, karşı propagandaya bakarak ya da onu önemseyerek karar vermemelidir. Karşı propagandayı aşmanın yolu eylemlerden vazgeçmek değil, propaganda ve örgütsel çalışmayı geliştirmektir. Karşı propaganda merkezlerinin bir amacı da siyasal faaliyet alanlarının daraltılmasıdır. Bu nedenle akılda tutulması gereken örgütü bağlayan, onu tanımlayan örgütsel dokümanlar ve yayınlarıdır, karşı propagandalar değil…
Bunun dışında, karşı propagandaları gerekçe gösterip partinin siyasal hareketlerini eleştirmek ve geri çekilme talebi de anlamsızdır. Yapılması gereken siyasal faaliyet alanlarının daraltılması değil, karşı propagandayı kıracak faaliyetler içinde olmaktır. Bunun zayıf olduğu koşullarda sırf karşı propaganda yapılacak diye örgütün kendini kısıtlamaya gitmesi ciddi bir taktiksel hata olacaktır…
YKP olarak geçmiş süreçlerden ders alındığı, farklı geleneklerden gelen deneyimlerin harmanlandığı ya da harmanlanması gerektiği düşünüldüğünde, parti üyelerinin karşı propagandaları düşünerek ya da “lekelenmek” gerekçesi ile parti faaliyetlerini kısıtlanması taleplerinin hatalı olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Son olarak teorik-pratik tartışmayı açmakta yarar vardır. Gerek Kıbrıs’ın kuzeyindeki ayrılıkçı yapıyı tanımlamakta, gerekse siyasal mücadele alanında YKP, bugüne kadarki dökümanları ile kendini en iyi tanımlayan partidir. Örneğin YKP’nin, 30 yıla yakın bir geçmişi olan Halk-Der geleneği üzerine kurulduğu düşünüldüğünde, 1979’da Bağımsızlık Yolu Gazetesinde manşetten ilan edilen “ayrılıkçı devlete hayır” sloganı akla geliyor. YKP bunu bugüne taşımış, YKP’nin bugünkü dökümanlarında ayrılıkçı yapının defalarca kabul edilemez olduğunun vurgulanarak, Türkiye’nin yerel alt yönetimi tanımına daima atıfta bulunulmaktadır. Bunun net olduğu ve partinin hiçbir organında herhangi bir çelişkinin gündeme getirilmediği koşullarda “tanınma” gibi muğlâk ve “karşı propagandadan” etkilenmiş argümanlar geliştirmek ve yapılacak eylemleri “lekelenmiş” saymak ciddi teorik bir tartışma değildir. YKP özellikle son kurultayında aldığı bir numaralı kararı ile Kıbrıs’ın kuzeyindeki yapının çözüme giderken demokratikleştirilmesi için teorik çözümlemeler yapılmıştır. Sorun bunların pratiğe dönüştürülmesidir. Ancak bugüne kadarki zeminimiz bu teorik belgenin yaşam bulması için tartışma yapıp, taktikler geliştirmek değil, karşı propagandalardan da etkilenerek iç tartışmalar yapmaktır ki bu örgütü zayıflatan bir unsurdur.
Toparlamak gerekirse, YKP teorisi ile pozisyonu net olarak ortaya koymuş durumdadır. Parti içinde bu teorik birikimle çelişki ortaya koyan herhangi bir grup veya birey yoktur. Siyasal partiler eylemlilikleri ile propaganda faaliyetleri ile büyürler, kitleselleşirler… Bu nedenle siyasal partiler kitle iletişim araçlarını özellikle mücadele şekilleri ile “geri kalmış yığınlara daha kolay anlatma olanak”larını en iyi şekilde değerlendirmekle yükümlüdürler… Bunu yaparken “sol” ve sağ karşı propagandaya maruz kalmak bunun yanlışlığının ispatı değildir. Eğer teorinin ve yazılan metinlerin içeriğinde hata yoksa karşı propagandayı kırmanın yolu daha iyi bir örgütlenmedir, geri çekilme değil…