28 Nisan 2003

Daralan alanlar

Kaptan, seyir defterine yeni yolculukların öykülerini işliyor,

lambaları deniz kızı tarafından kırıldığı için kayaların üstündeki deniz feneri çalışmıyor,

ve dipten gelen dalgalar ile sandal kayalığa doğru sürüklenmekte,

sürüklenirken bir şeyleri daha geride bırakarak sürüklenilmekte,

kimi zaman en senlik olan şeyler de acil çıkış anında terk edilebilmekte,

ve kimliklerde, en sana ait şey ol(a)madığında bölünebilmekte...

Kimi zaman bulunduğun alan sana dar gelir. Aslında alanlarımızı kendimiz daraltırız. Bunu güvenlik ihtiyacından yaparız, geleceği kurabilmek adına yaparız. Ancak zoraki daralan alan günü gelir kendini açar yada açmak için dayatır.

Dayatmalarda zorlanırsın, çünkü bilinmeyene doğru gidilmesi gerekir ama gidemezsinde...

Hep birşeyler seni geri tutar...

Bir kez daha kararlar verme aşamasına gelin ama verebilmenin koşullarını sağlayaman...

Geride kalan bir ilişkinin üzerine yeni bir ikili ilişkiyi kurmaya çalışın ama uyuşmazlıklar sürekli kendini dayatır, emek harcanıp aşılması gerekenler vardır ama bazı şeyler anlatılamaz, gölge boksları sürer. Bir kapı gıcırtısından ürperen çocuğun hayal gücünden fırlayan hayali olgu ve olaylar gibi, yaşam alanından gelen her farklı ses üzerine hayal gücünden fırlayan olay ve olgular anlamsızca kendi tekrar eder durur.

Bir kapı gıcırtısı ile ürperen çocuğa anlayışla yaklaşmak gerek ama daralan alanlarda sıkışan bir kişiliğin bölünen kimliğinin yaratttığı zorluklarla sürekli kendini tekrarlayan sorunlara anlayışla yaklaşabilmek her zaman kolay olmaz.

En sert fırtınalarda bile denizin sesini dinlemek en iyisidir, çünkü dehşet seni içine çekerse bundan kurtulmak imkansızlaşır. Ve sonunda hayal gücünün sonsuzluğu içinde kişilikler bölünür, bir yanı yaşamdan kopar diğer yanı da geçmişte kalırsa, diyalog kanalları hepten kapanmıştır.

Tıkanan diyalog yollarına kimi zaman operasyonlar yapmak gerek çünkü tümden kapanan damarlardan geçemeyen diyaloglarla ömür tükenir, ilişkiler tükenir.

Yaşam seni böyle anlarda hep başka bir yere çeker. Kimi zaman bir parantez açmak gerekir ama parantez kendi içinde yeni bir parantezi açar. Kapanmayan parantezlerle yaşamlar bölünür.

Aslında yaşamları bölen monologlar değil, monologların diyalog olduğu varsayımlarıdır. Monologlar aslında tek kişilik, tek perdelik oyunlardır. Yalnız sen varsındır. Fiziki olarak o da olduğu varsayılsa da aslında yoktur. Var olmak diyalogla kendini ortaya koyar...

Açılan parantezlerin kim ve kimin tarafından kapatılacağı bilinemez aslında sen de bil(e)men.

Parantezler niçin açıldıydı?

Aslında karaya oturan gemide sorumluluk hep kaptanda olur ama kaptan denizle konuşmasını yitirirse ve yüreğine fırtınanın umutsuzluğunu kaplatırsa, panikle hareketler nedeniyle karaya oturmuştur gemi, yoksa kayalığın orda olduğunu deniz ona fısıldamıştı...

Parantezler ne zaman açıldıydı?

Monologların bitmek bilmezliği ile oyun tek perdeden çoklu perdelere ilerlerken, aslında parantezler açılır. Kimi zaman bilinçli ama çoğu kez bilinç-altı ile...

Aslında bilincin alt da bir üstü de bir değil mi?

Sorun yanılsaması ilginçtir aslında, deniz üstü ile altı birminin cevabı da son sorunun cevabını taşır. Ve üstü ne kadar sessiz ve düzenlenli görünsede derinlerde başka bir yaşam vardır. Yaşam yukarıyı her zaman hareketlendirmez...

Kaptan, seyir defterine yaklaşan fırtınayı titreyen elleri ile yazmakta, kayalıklara sürüklendiğini de not ediyor...

Sahi, parantezleri kim kapatacaktı...