29 Eylül 2006

Erken doğum mu?

Herkes bir anda AKP Milletvekili Şaban Dişli diye birini keşfetti, sanki de bu ismi yeni duymuş gibi…
15 Şubat 2004 tarihli Radikal Gazetesindeki Murat Yetkinin köşesini yeniden okumakta yarar var:
“Erdoğan kendi siyasi kararını KKTC'deki 14 Aralık 2003 seçimleri ardından verdi.
Kıbrıs halkı (hatta Erdoğan, çözüm karşıtı UBP'ye verdiği örtülü desteğe rağmen) tercihini çözümden yana kullanmıştı. Denktaş-Eroğlu çizgisi kaybetmişti. Bir süredir Ankara'daki ABD Büyükelçisi Eric Edelman ve İngiltere Büyükelçisi Peter Westmacott aracılığıyla gelen "Çözüm istiyorsanız, geç kalmamaya dikkat edin" mesajlarını değerlendirmenin zamanı gelmişti.
Zaten seçimler de geride kaldığına göre, 'zaman çalıyor' suçlamasına maruz kalmadan manevra yapmanın imkânı kalmamıştı. Şimdi sıra bu kararı, Ankara'nın ortak kararı haline getirmekti, bu anayasal bir zorunluluk olmasa da, 'hayatın gerçekleri' babından gerekli sayılıyordu. Bunun yolu ise Cumhurbaşkanı ve askerleri ikna etmekten geçiyordu. Erdoğan işe Kıbrıs konusunda bir bakanlar kurulu içinden bir 'iç kabine' oluşturarak başladı.
İç kabine şu isimlerden oluştu: Dışişleri Bakanı Gül, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcıları Abdüllatif Şener ve Mehmet Ali Şahin. Bunlar aynı zamanda hükümetin Milli Güvenlik Kurulu üyesi bakanlarıydı.
Erdoğan, karar sürecinde bu resmi kanalların yanı sıra, özel kanallarını da devreye soktu. Bunların başında Cüneyd Zapsu geliyordu. Zapsu, BM Genel Sekreteri Alvaro de Soto ve ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi Müsteşarı Marc Grossman ile kurduğu özel kanallar sayesinde, Ankara'nın ortak karar almasından sonra işlerin beklenmedik engellerle karşılaşmaması için devreye girdi. AKP İstanbul Milletvekili Egemen Bağış da ABD'deki özel kanallarını, özellikle lobilerle ilişkilerini harekete geçirdi. Keza AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli de Avrupa başkentlerinde yoğun temaslara başladı.”
(http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=106310&tarih=15/02/2004)
Burada göze çarpan iki isim vardı, Bakan değillerdi ama sonraki dönemlerde de yaşanan ilişkilerle TC dış ilişkilerinin yeni prensleri oldukları anlaşılacaktı… Sonraki dönemde özellikle Zapsu ismi çok tartışılacaktı…
Hemen bu noktada taze olan bir konuyu daha hatırlatalım. 7 Haziran 2006 tarihli Hürriyet Gazetesinde Ertuğrul Özkök’ün köşesinden yine küçük bir alıntı yapalım:
“Mehmet Ali Talat, yarın Berlin’e gitmek üzere Lefkoşa’dan ayrılırken, Kıbrıs’ın tarihinde de önemli bir dönem başlıyor. Şimdi gelelim bu çok önemli ve Rumlar engellemesin diye gizli tutulan buluşmanın nasıl organize edildiğine. … İlk nabız yoklamaları "resmi" değil, "gayri resmi" sohbetlerde oluştu. İlk temasları Başbakan’ın iyi Almanca bilen danışmanı Cüneyd Zapsu kurdu. … Cüneyd Zapsu ve Şaban Dişli de Talat’la birlikte Berlin’e gidiyor. Ama önemli bir ayrıntı vereyim. Zapsu görüşmelere girmeyecek. Çünkü resmi bir kimliği yok...”
(http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/4539015.asp?m=1&yazarid=10&gid=69
http://www.yeniduzengazetesi.com/index.php/cat/1/news/9169/PageName/Haberler )
Yani son Talat’ın Berlin ziyaretinin de altında Zapsu ve Dişli vardı. Aslında süreç normal (!) işliyor. TC Dışişleri ve hükümeti hiçbir şeye bulaşmıyormuş gibi gözüküp, ‘resmi’ aracılarıyla arka bahçede bugüne kadar sayısız operasyon yapmışlar, Kıbrıs’taki ne ki?
Basına görüşmeleri ilk açıklayan Eroğlu olmasından anlaşıldığı kadarıyla UBP’lilerin bu ekiple daha önce de karşı karşıya gelmiş olma ihtimali var… Eroğlu aslında ne döndüğünü biliyordu ya da hissediyordu ve pusudaydı, aslında gafil avlandı da denemez. Bunca patırdıya ve olağanüstü olaylara göre topu topu 3 milletvekili kaybı aslında çok da büyük sayılmaz. Niceleri giderken UBP’den 2-3 milletvekili hep koparmıştır, bu nedenle bence UBP hazırlıklıydı ve şimdi süreci kendi lehine çevirmek için var gücü ile çalışmakta, yani aslında yaşanan Eroğlu ve ekibinin baskınından dolayı bir erken doğumdu…
DP ise biraz şaşkın, bunca ‘fedakarlığa’ rağmen kapının önüne konmuş olmak, Denktaş’ları etkilemiş gözükmekte… Aslında Denktaş’ın (büyük) anılarından da okuduğumuz kadarı ile 64-65’li yıllarda TC Dışişleri binasına bile girmesi yasaklanmıştı. 70’lerde yükselen militarist dalganın üstüne binip, TC’nin askeri kanadı ile birlikte yükselen saltanatı Türkiye’deki dengelerin değişmesi ile yine başladığı yere dönmekle sonlandı. Denktaş bu defa yalnız kendinin değil, bu kez oğlunun da TC Dışişleri kapısından içeri girmesini yasaklatarak tarih sahnesinde en ilginç yükselip koltuk kaybeden siyasetçi oldu herhalde…
Yönlüer olayı da aslında UBP ve DP’liler bağırdığı gibi dini yönü olan bir olay değil. Türkiyeli göçmenlerin yoğun yerleşim yerlerindeki DP ve UBP Belediyeleri yıllarca gizli ya da açık camilerde eğitim yaptırtıyorlardı ya da yapılmasını teşvik ediyorlardı… Şimdi laiklik elden gidiyor bağırmalarına yalnızca gülmek gerek…
Yönlüer, Erdoğan’ın ‘Zapsu’ modelinin parçasıydı… Serdar bakanlık koltuğunda otururken Kudret Akay aracılığı ile yerel işleri arka bahçede çözerken, belli ki TC ile de olan köprü için Yönlüer, Dişli aracılığı ile Erdoğan’a ulaşıyordu. Ama belli oldu ki Yönlüer’in patronu Serdar Denktaş değil, Şaban Dişli’ymiş…
Yapılan operasyon ahlaki mi? Bir kez ahlaki olan nedir diye düşünmek gerek. Erdoğan gelecek yıl ki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini düşünmeye başladı, atacağı her adımı özenle atması gerekiyor. Tek dişi kalmış da olsa bazı grupçuklarla görüşmeler yapıp ortalığı bulandırmaya çalışan Denktaş’a karşı bu operasyon aslında kaçınılmazdı. Sürekli belden aşağı vurarak, ne kadar kural dışı hareket varsa yapan birinin şimdi oyunun kurallarına uyulmasını istemesi aslında çok komik. Yukarıdaki Annan Planı sürecini anlatan Murat Yetkinin makalesinden bir alıntı daha yapmak iyi olur:
“Dışişlerinin Genelkurmay'daki muhataplarının başında, İkinci Başkan Orgeneral İlker Başbuğ geliyordu. Başbuğ, Kıbrıs'ta çözüm dosyalarının hazırlanmasında birinci derece pay sahibi oldu”
İlker Başbuğ bugün Kara Kuvvetleri Komutanı ve büyük ihtimalle bir sonraki TC Genelkurmay Başkanı… Yani bir anlamı ile Denktaş’ın arkasındaki askeri güç de zayıflamıştı, bu nedenle operasyon çok da acılı olmadı, belki de Denktaş’a en ağır gelen bu oldu…
Şimdi sorun şu, UBP ve DP erozyona uğrayan yapılarını kurtarmak ve çirkefe batmış bu yapının yeniden ağası olmak istiyorlar, temizlenmesini değil, peki ya sol? ‘Sol’ yeniden bunların bataklığın başına oturması için omuz mu verecek yoksa rejimin yıkılması için mi mücadeleye katılacak…
Kimin ne kadar temiz, ahlaki olup olmadığını, operasyonun ne kadar etik olup olmadığını tartışmak değil, bugünün temel sorunu aslında rejime karşı mücadeledir ama ‘sol’ bunu anlayabilecek durumda mı?…

25 Eylül 2006

Süreci anlayabilen var mı?

Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşanan son parti değiştirmeler ile bir anda politikanın ne kadar kirlendiği hatırlandı. Ancak YKP’nin kaç zamandır ‘kirlenen siyasetin temizlenmesi gerekir’ diye açıklamalar yapıp, bildiriler yayınlaması hatırlanmadı.
Bir anda herkes Kıbrıs’ın kuzeyinin Türkiye tarafından idare edildiğini hatırlandı ancak YKP’nin “talimatla yönetilmeye hayır” sloganını hatırlayan olmadı, ya da son dönemde hükumetçilik oyununu ‘acentalık işleri’, seçim diye oynan tiyatroyu acenta seçimi diye tanımlaması da hep unutuldu/unutturuldu.
Bir anda CTP liderliği, sağ içindeki transferleri hatırladı, ballandıra ballandıra anlatmaya başladı ama UBP içine yapılan operasyon ile kurulan DP ile flörtlerini unuttu. Operasyon ertesi yapılan 1993 yılındaki seçim gecesi DP ile konvoy yapan CTP değil miydi? Öncesinde kendini açıkça Türkiyeliler partisi diye tanımlayan YDP ile DMP içinde 1990 yılında buluşan CTP değil miydi, bu ittifak ne kadar etikti? Burada etik olmayan iki durum vardı, bizzat TC destekli kurulan (TC Elçisinin bizzat sürecin içinde olduğu) bir parti ile o dönemdeki CTP çizgisi düşünüldüğünde etik değildi. İkincisi de çok fazla hatırlanmaz ama CTP ve YKP rejime karşı mücadelede 1990 yılında birçok noktada uzlaşmalarına rağmen, aniden CTP liderliğinin YKP ile ilişkilerini askıya alması ve TKP ve YDP ile alelacele bir parti kurarak seçime katılması da olayın diğer yönüydü. Yani CTP liderliği siyasi mücadele yerine ya kendi başına ya da birilerinin tavsiyesi ile 1990’da hükümetçilik oynamaya karar verdi ve bunu yaparken TC Elçiliğinin arkasında olduğu bir partiyi de yanına alarak, bu etik miydi? Yani hükümet olmak için ne yaparsan her şey kabul mü?
Hükümette oldukları ya da hükümetçilik oynadıkları dönemlerde Türkiye’den gelen bir tek şeye hayır demeyen CTP maalesef şimdi de bu ilişkileri, politik ayak oyunlarını savunur pozisyona geldi. Hatta ileri gidip BDH ile hükümet kurulamamasını anlatırken, ‘Meclisteki komitelerde çoğunluk olamayacağız’ argümanını kullananlar yeni kurulan yeni oluşumun da grubu olmadığı için gene komitelerde çoğunluk olunamayacağını söylemiyorlar. Bu bile siyasetteki çürümeyi gösterir, bir şeyleri söylermiş gibi yapıp başka bir şey söylemek…
Bu tartışmada kimin nerde durduğu ile ilgili, sağ kesim pek sorun değil, herkes net bilir onları ama sol diye kendini tanımlayanlar?…
Sağ kesim ile ilgili ne yazılsa boş çünkü özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinin çürüme sağ kesimlerinin ‘öz’üne işlemiş bir durum. Milletvekili transferinin en açık yaşandığı 1981 seçimleri ile 1990 seçim öncesi yaşananlar başka söze gerek bırakmaksızın açıkça çürümeyi göstermektedir. Ama özellikle UBP hep süreci aşağılarda çözdü. Muhalif partilerin üyelerini para ile satın aldı, tehdit ederek saf dışı bıraktı, iş, ev verme vaatleri ile kandırdı, hiçbirini yapamazsa TC Elçiliğinin elemanları aracılığı ile ‘ince ayar’ yaptı. Bunca çürümenin bizzat kendisidir UBP ve ondan türeyenlerin bu nedenle şimdiki şikâyetlerine yalnızca gülüp geçmek gerek ama solcu diye kendini tanımlayanların yaptıkları?
BKP Gençlik Kolları Başkanı Abdullah Korkmazhan, Özker Özgür’ün açıklamasını hatırlatıp açıklama yaptı, peki kendi parti genel sekreteri? BKP Genel Sekreteri’nin meclis günlerini hatırlayanlar hangi etikten bahsedebilir ki? Meclis başkanlığı seçimleri sırasında UBP’lilerle flörtü, sırf hükümet olmak için DP’den adam ayartıp, TKP-BÖİ diye bir şey kurmalar, koltuk beklerken “barışçı bir başbakanı devirmem” diye açıklamalar az bir şey mi? Toplumcu Kurtuluş Partisi-Birleşik Özgürlük İttifakı(TKP-BÖİ) ile bugün yaşananın tek farkı arkasında büyüklerin olmaması ama Ahmet Kaşif ve arkadaşları, DP’den ideolojik nedenlerle mi istifa edip önce ÖDP diye bir şey kurdular, sonra TKP ve BKP ile işbirliği yapıp TKP-BÖİ ittifakını oluşturdular. Bu ittifak o kadar uzun erimli oldu ki(!), hükümet olamayacaklarını anladıkları anda dağıldılar!… Kaşif sonra gidip UBP’ye katıldı ama ne TKP, ne de BKP bu konuda tek bir açıklama, özeleştir yapmadı. Madem tokmak başkasında, davulu neçin sırtlamaya çalıştıydı BKP Genel Sekreteri diye Korkmazhan arkadaşa sormak isterim ama vereceği bol etikli ve ahlakli yanıtları bildiğimden pek cevap almak niyetinde değilim… İzzet Beyin meclis günlüklerinde neler yok ki?! Türkiye Cumhuriyetinden kripto ile meclise gelen “Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımasın” kararına da imza atmıştı BKP Genel Sekreteri İzzet İzcan ama şimdilerde hep unutuldu. Bu da sorulması gerekir aslında, İzzet Bey’in ideolojik olarak karşı olduğu bir şeye hangi ‘etik’(!) nedenlerle evet dediği ama neysa…
BDH da çok kızdı, ama onlar da komikti… Genel Sekreterleri Çakıcı her zaman “bizi TKP ile karıştırmayın, biz yeni bir partiyiz” deyip dururdu, bir anda köklerini hatırladı ve “biz bu filmi TKP olarak da görmüştük” dedi. Etik(!) siyaset yaparken, TKP’nin günahlarından kurtulup, TKP tarihini silen ama ne hikmetse başlarında son 20 yıllık TKP başkanını oturtanlar nasıl olur da geçmişi unuturlar bilmem… Unutmak güzeldir eğer geçmişte suç işlemişseniz… 1998 döneminin TC hükümeti TKP’yi acentalık işlerinde iyi kullanmış, işi bitince kapının önüne koymuştu. Dönemin TKP başkanı Akıncı ve Genel Sekreteri Özal Ziya’nın TC’den gelen paketi hükümetçilik oynarken aslanlar gibi savunup “vallahi biz yaptı” demelerini unutanlar o dönemdeki arşivleri karıştırsınlar, ya da sendikaların eylem süreçlerinde sendika temsilcilerini odasından kovan Akıncı’nın tavrını gene o dönemdeki sendika yöneticilerine sorsunlar. Bu acentalık işleri ne amaçla yapılmıştı, etik ve ideolojik nedenlerle mi?
Eskiler geç bunlar derler, mış gibi yapanların açıklamalarını biz biliyoruz, umarız bundan sonra başkaları da öğrenir. Bu koşullarda tek yol siyaseti temizlemektir, kimin daha kirli olduğu tartışmak değil. Şu anda sahnede olanların tümü de TC’nin buradaki acentalık işlerine bulaşmak için ya taraf oldular ya da talip oldular, kimse kimseyi ne kadar çok acentalık yaptığı ile suçlayamaz.
Tüm bu hengâmenin içinde tek kalan YKP’dir…
YKP 1989 yılında Kıbrıs kuzeyindeki TC asker ve sivil bürokrat destekli rejime karşı direniş bayrağını açtı, o yıldan beri bir milim hattından sapmadan yolunda yürümektedir.
YKP her dönemde talimatları anlattı, perdenin gerisinde dönen dolapları söyledi, dümdüz doğruların altını çizdi. Şimdi tavır koyma zamanı bir kez daha sıradan insanlarda, ya bu mücadeleye katılacaklar, ya da başımıza gelecekleri hep beraber çekeceğiz.
YKP bir kez daha kendileri çağırmaktadır, seyirci olup bu ganimet düzeninden bir parça daha alabilir miyim kavgasının kimseyi bir yere götürmeyeceğini anlayanlarla sokakta buluşabilirsek, bu rejim değişecek, yoksa…
***
Geçmiş zaman olur söz uçar, yazı kalır
Kim nere gitti, hangi partiden geldi, nereye gitti, bugün herkes bir silsile çıkarıyor. Sağcıların, sağcılarla yaptıklarını zaten bariz. Zaten bugün sağın yarattığı bu çürüme Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyaseti bu hale getirdi, ancak acı olan sol diye kendini tanımlayanların durumu…
Bu koşullarda TKP ve BKP’nin ittifaka girdiği Kaşif ve Üstel’e yakından bakmakta yarar var;
[TKP ve BKP ile TKP-BÖİ ittifakına giren o dönemdeki ismi ile Özgür Düşünce Hareketi Milletvekillerinin siyasi haritaları (kaynak meclis kayıtları)
Ahmet Kaşif DMP – YDP - DP (26 Nisan 2004 istifa) – (25 Ağustos 2004) ÖDP – (22 Eylül 2004) UBP
“1990 Genel seçimlerinde Yeni Doğuş Partisi’nden, 1993 Erken Genel Seçimlerinde Demokrat Parti’den Gazi Mağusa milletvekili olarak seçildi ve 1.1.1994-18.1.1995 tarihleri arasında Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı görevinde bulundu. 6 Aralık 1998 Genel Seçimlerinde DP’den milletvekili seçildi. 2001 yılında oluşan UBP-DP Koalisyonu’nda Çalışma, Sosyal Güvenlik-Gençlik ve Spor Bakanı olarak görev yaptı.
14 Aralık 2003 Genel seçimlerinde Demokrat Parti’den Gazi Mağusa milletvekili olarak seçildi. 26 Nisan 2004 tarihinde DP’den istifa edip Özgür Düşünce Hareketi’nde yer aldı.
22 Eylül 2004’de Özgür Düşünce Partisi’nden ayrılıp, Ulusal Birlik Partisi’ne katıldı.”
“Ünal Üstel UBP – UDP - DP (26 Nisan 2004 istifa) – (25 Ağustos 2004) ÖDP – UBP
1991 Ara Seçimlerinde ve 1993 Erken Genel Seçimlerinde Ulusal Birlik Partisi’nden Girne Milletvekili seçildi. 1994 yılında Ulusal Birlik Partisi’nden istifa ederek, yeni kurulan Ulusal Doğuş Partisine katıldı ve Ulusal Doğuş Partisi’nin tek milletvekili olarak görevini sürdürdü. Ulusal Doğuş Partisi ile Demokrat Parti’nin birleşmesi sonucunda Demokrat Parti’ye iltihak etti. 6 Aralık 1998 Genel Seçimlerinde DP Girne Milletvekili seçildi. DP- UBP Koalisyonunda Meclis Başkan Yardımcılığı yaptı. 14 Aralık 2003 Genel Seçimlerinde Demokrat Parti’den Girne milletvekili seçildi. 26 Nisan 2004 tarihinde Demokrat Parti’den istifa etti 3 Mayıs 2004‘de oluşan Özgür Düşünce Hareketi’nin kurucularındandır. 24 Mayıs 2004 tarihinde kurulan Toplumcu Kurtuluş partisi - Birleşik Özgürlük İttifakı (TKP-BÖİ) ‘na katıldı.”
“(ÖDP) Parti başkanı Salih Coşar yazılı açıklamasında, erken seçimin kaçınılmazlığına dikkat çekti ve bu şartlarda yeni bir parti olarak daha büyük bir partiyle işbirliği ya da birleşmenin en doğal seçenek olduğunu belirtti. Coşar, UBP'nin 5 Ekim tarihli birleşme davetinden memnuniyet duyduğunu da ifade ettikten sonra, şu ifadeleri kullandı:
"Milletvekillerimizin seçim endişesiyle parti değiştirmiş olmasına rağmen partimiz Merkez Yönetim Kurulu'nda yapılan değerlendirmeler neticesinde bu aşamada diğer bir partiye katılımın gerçekleşmemesi yönünde karar alınmıştır..." “
http://www.kibrisgazetesi.com/index.php/cat/2/news/15892/PageName/Ic_Haberler ]
Bu kadar hızlı iki vekil ve Ergün Vehbi (ki DMP sürecinde CTP’den koparak diğerleri boykot yaparken milletvekili koltuğuna oturan sonra DP’ye katılan), Kemal Havalı (TKP yöneticisi iken Peyak süreci ile partisinden istifa edip direk DP Genel Sekreterliğine getirilen) gibi isimlerle 2004 yılındaki TKP ve BKP’nin ittifakı da unutulmamalı, bugün yeni oluşturulan Özgürlük ve Reform Partisi ile Özgür Düşünce Partisi mentalite olarak acaba ne kadar farklıydı?
Bu arada bugün mecliste olan UBP ve DP’nin de başkanları çapraz geçiş yaptıkları unutmamak gerek yani Özgürgün DP’de başlayan siyaset yaşamını Çetinkaya Spor Kulubü operasyonu ile bugün UBP’de başkan olarak sürdürüyor, Serdar Bey de UBP’de başlayan yaşamını 9’lar operasyonu ile bugün başkan olarak DP’de sürdürmektedir. DP aslında çok ilginç bir parti, parti yöneticisi olmak için başka partide yönetilicilik yapmak şart gibi… Mesela TKP’de siyaset yaşamına başlayan Kemal Havalı, TKP Genel Sekreter Yardımcılığı yapan Kudret Akay, CTP, TKP ve SDP’de yöneticilik yapan Ergün Vehbi, UBP’de siyasi yaşamına başlayıp başkanlığa kadar aday olabilen Ertuğrul Hasipoğlu;
[Ertuğrul Hasipoğlu UBP-YAP-ABP-MBP-DP
“1990 Genel Seçimlerinde Ulusal Birlik Partisi’nden Gazi Mağusa Milletvekili seçildi. 6 Aralık 1998 yılında yapılan Genel Seçimlerde 3.defa olarak Gazi Mağusa Milletvekili seçildi. 5 Ağustos 2002’de UBP’den istifa etti. 22 Kasım 2002’de Yenilikçi Atılım Partisi’ni kurdu ve 24 Ağustos 2003’de ise Adalet ve Barış Partisi olarak parti ismini değiştirerek meclis’te ABP olarak temsil edildi.
20 Şubat 2005 Erken Genel Seçimlerinde Demokrat Parti’den Gazi Mağusa milletvekili seçildi.”
Yüksek Mahkeme Kararından: “Yenilikçi Atılım Partisi, bu davayı açtığı tarihte Cumhuriyet Meclisinde temsil edilmekte idi ve parti üyesi 3 milletvekili bulunuyordu. Ancak daha sonra 24.8.2003 tarihinde parti kurultay yaptı ve gerek ismini gerekse tüzüğünü değiştirdi. Yeni ismi Adalet ve Barış Partisi oldu. Daha sonra Adalet ve Barış Partisi, Ulusal Diriliş Partisi ile birleşerek Milliyetçi Adalet Partisi isimli başka bir parti oluşturdu. Bu Parti de Demokrat Parti isimli başka bir parti ile birleşti. Halen Yenilikçi Atılım Partisi diye bir parti yoktur ve böyle bir partinin Cumhuriyet Meclisinde milletvekili bulunmamaktadır.”
“Ulusal Diriliş Partisi ile Yenilikçi Atılım Partisi’nin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan Adalet ve Barış Partisi (ABP) 14 Aralık seçimleri öncesinde Milliyetçi Adalet Partisi (MAP)’yle de birleşerek Milliyetçi Barış Partisi (MBP) adı altında seçime girdi. MBP seçim sonrasında aldığı yüzde 3.5 oy oranı ile barajı geçmeyi başaramadı. Bu durum sonrasında MAP aldığı bir kararla MBP’den ayrıldı. Bu ayrılığın ardından seçim nedeniyle ismini değiştiren ABP, 28 Şubat 2004 Cumartesi günü olağan üstü genel kurula giderek, yapacağı tüzük değişikliği ile eski adını ve logosunu geri kazanacak.
1 Mayıs’tan sonra sağda büyük arayışlar olacağını ifade eden Hasipoğlu, “Bu arayışların adresi de ABP olacak.”]
Unutmak gerçeği tam olarak görmeyi engeller, hatırlatması bizden…