30 Aralık 2005

Sol mülkiyet konusunu nasıl anlamalı?

Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyaset anlayışı kirlenmiş durumdadır. Kimin neyi nasıl söylediğini incelemeden, hamasi nutuklara bakarak ‘bunlar da solcu, bu da solcu hade birleşin’ gibi yaklaşımlar bugünün koşullarında ‘saf’ önerilerdir. Siyasette fazla saf olmak bir anlamıyla birilerinin sizi kullanmasına da fırsat verir. Bu yüzden YKP, işbirliği ve ittifakları denerken hep gözünü dört açıp, derdini anlatmaya çalıştı ama bunda ne kadar başarılı olabildi, bunu söylemek güç. Hala daha ‘bölündünüz, birleşin’ diyenler çoğunlukta olduğuna göre tam olarak derdimizi anlatamadık…
CTP ve BDH ile çok ayrı noktalara düştüğümüz kesin, bunun defalarca tekrarlanmasının çok bir yararı yoktur. Akıncı’nın yalnız bugün söyledikleri değil, dün de yaptıkları ile değerlendirildiğinde imkansızlık katlanmaktadır. UBP-TKP koalisyon dönemini unutarak, PEYAK’ı hatırlamayarak, ‘yıkım paketini’ aslanlar gibi savunup, grevlerin, eylemlerin önünü açan tavırlarını yok sayarak Akıncı’yı anlamak mümkün değildir. Hade bunlar eski konular, ki 98 ne kadar eskiydi, bu ayrı bir tartışma, BDH’nın kuruluş süreci de mi eski? Tüm bunlar değerlendirildiğinde ‘BDH ile olan nasıl bir ilişki kurulabilir’in cevabı ortaya çıkar. Bunlarsız konuyu anlamının olanağı yoktur.
Geriye kalanlar?
Herkesin kafası burada karışmakta… TKP bu noktada ilk akla gelen partilerden biri. Son dönemdeki açıklamalara baktığımızda, TKP’nin aklının karışık olduğunu görürüz. Bu yüzden kritik durumlardaki TKP’nin tavrı belirleyicidir. Örnek olarak son mal mülk yasasındaki TKP tavrı önemlidir. 17 Aralık 2005 TAK Haber bültenindeki şekli ile TKP Başkanı Angolemli: “TKP’nin, “dayatma mülkiyet yasa tasarısına” şiddetle karşı olduğunu kaydeden Angolemli, bu tasarının yasalaşmasının, Kıbrıs Türk halkının kendi yurdunda topraksız kalmasına varacak bir sürece kapı açacağını, toprağı olmayan halkların egemenlik hakları da bulunmadığını, buna bağlı olarak devlet kurma hakları da olamayacağını” söylemiş. Böylesi bir açıklama hangi sol parti tarafından yapılabilir? Toprağa dayalı egemenlik talebi yeterince itici bir açıklama ama bunu tartışmadan önce bu toprağın nasıl elde edildiği konusu daha önemlidir. Askeri bir operasyonla Kıbrıs’ın kuzeyinde bir bölgede yeni bir durum yaratılmıştır. AİHM kararına göre buradaki idare SLAT’dır yani Türkiye’nin yerel alt yönetimidir. AİHM’de Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik alınan tüm kararlarda bu ilke uygulandı. Yalnız çok bilinen Louizidu kararında değil, Ahmet An ve Kutlu Adalı davalarında da bu ilke doğrultusunda Türkiye mahkum edildi. Aresti davası da bu ilke üzerinden sonuçlandı. Yani ortada suç var ve suçlu Türkiye çünkü buradaki Yerel Alt yönetimden sorumlu. Peki Angolemli ne diyor, bu topraklar bizim (TÜRKLERİN), bizim olması gerekir ki devlet kuralım. Yani Fetih zihniyetinin kutsanması… Bir coğrafyanın askeri operasyonla elde edilmesi ve sonrasında ‘bizim’leştirilmesi özellikle Cenvere Konvensiyonu ile 50 yıl önce, yani yasaklanalı çok oluyor…
Askeri operasyon size o bölgedeki nüfus yapısını değiştirme hakkı vermez, mülkiyet şeklini değiştirme hakkı vermez, sınırları değiştirme hakkı vermez yani hiçbir hak vermez, iddia etmek insanlığa karşı suçtur çünkü başkasının haklarını silah zoru ile elde etmeyi haklı görmektir. Özellikle mülk konusu Avrupa Konseyinin Konvansiyonlarına da girmiş, bir çok antlaşmada yer bulmuş bir konudur. Silah zoru ile yerinden ettiğin birinin mülkiyet hakkını da kaybettiğini iddia etmek savaş suçu işleyenlerle, uluslararası hukuğa karşı savaş açanlarla aynı cephede yer alman anlamı girer. O yüzden TKP bu açıklaması ile buradaki ‘biz’leştirme operasyonunu kutsayarak, uluslararası hukukla da çelişerek fetihçilerle yan yana gelebiliyor. Tabi bu arada mesajı fetihçiler hemen aldı ve cevaplarını verdiler. Yine TAK’ın 14 Aralık tarihli açıklamasına yansıyan haber “Mücahit Komutanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Keskin tasarıyı reddeden UBP, MAP, BDH ve TKP’yi ‘yürekten’ kutladı”. TKP’nin 17 Aralık öncesi açıklamalarına bakarak Keskin kutlamasını yapıyor, herhalde 17 Aralık’taki açıklamayı görse iki kere kutlardı.
TKP yaptığı açıklamalarla Annan Planını da, iki bölgeliliği de anlamadığını, yada bizden farklı anladığını ortaya koymuş durumdadır. Bu açıklamalarla anlaşılan TKP için iki bölgelilik kuzeyde ve güneyde arı, saf Türk ve Rum bölgelerinin oluşturulmasıdır. Bu ırkçı bir yaklaşımdır. YKP geçici olarak, toplumsal koşullar uygun oluncaya kadar ve tarafların üstünde anlaştıkları hali ile kuzeyin dominant olarak Kıbrıslı Türkler tarafından, güneyin de Kıbrıslı Rumlar tarafından yönetilmesine onay vermektedir. Ama kuzeyin ve güneyin saflaştırılması Kıbrıs’ın birleştirilmesine değil, milliyetçiliğin güçlendirilmesine neden olur. Bu yüzden idarenin başında kimin olduğu önemli değildir. Kıbrıslılar idari bir bölünme olması gereken kuzey veya güney eyaletlerinden herhangi birinin istedikleri yerinde yaşayabilmelidirler. Yani Luricina, Yeşilırmak toprak düzenlemesi sonrası güney idare sınırlarında kalmasına rağmen, hiçbir Kıbrıslı Türk’ün buralardaki kendi mülkiyetlerini terk etmesine neden olacak koşullar yoktur. Referandum sürecinde Talat’ın dediği gibi ‘kuzeye geleceksiniz ve burada birlikte mücadele edeceğiz’ de ırkçı bir davranıştır. Federe devlette yurttaşların hangi eyalette yaşadıkları hiçbir zaman önemli olmadı, bu konu yalnız sağcıları ve faşistleri ilgilendirdi. Bu yüzden Kıbrıs’ın kuzeyindeki ‘sol’cular da bu konuda iyi düşünmelidirler.
Bununla birlikte basit bir matematik hesabı yaparsak, Kıbrıslı Türkler nüfus olarak 1974lere kadar yalnız yüzde 18 oluşturuyorlardı. Öyle olmamasında rağmen varsayalım ki toprağın da 18’i Kıbrıslı Türklere aitti. Buna bakarak kurulacak federasyonda eyaletin toprak oranı yüzde 29 olması öngörülmektedir. Yani yüzde 11lik büyüme… varsayalım ki global mal mülk kabul gördü, eğer kuzeyin yalnız Türklerden oluşmasını talep edersek, bu yüzde 11lik büyüme kimin haklarının gaspı olacak?
Ortada bir askeri operasyon vardır. Askeri operasyon sonrası fetihçi bir yaklaşımla kuzeyde belirli düzenlemeler de yapılmıştır. Bu düzenlemeleri kutsayarak siyaset yapmak, evrensel insan hak ve özgürlüklerini savunanlar için olanaklı değildir. Bunları eleştirmeden de siyaset yapmanın olanağı yoktur. Kıbrıslı Rum liderliği ile sıradan Kıbrıslı Rumu ayırmadan, ayırmayı bilmeden de siyaset yapamazsınız. Her bireyin hakları ve özgürlükleri ile var olması gerektiğini anlamadan da siyaset olmaz. O yüzden evinden askeri operasyonla atılan her Kıbrıslı Rum’un mülkiyet hakkının tartışılmadan kabulü ön şartı ile hareket etmeden ortak dil tutturmamız da olanaklı değildir. Kullanım hakkını öne sürerek hak ihlallerine kapı açmak da doğru bir yaklaşım değildir. Bu nedenle mülkiyet hakkı hemen iade edilmeli, kullanım hakkı ise her durumda ayrı ayrı ele alınarak, uluslararası hukuk göz önünde tutularak değerlendirilmelidir.
Bunun yapılması düşünüldüğü kadar zor değildir, ama önce kendimizi fetih anlayışından arındıralım, çağdaşlaşalım…
Siyasi partiler de kendilerine net bir yer seçmelidirler. Fetih bir hak değil, insanlığa karşı bir suçtur…

23 Aralık 2005

Bir köprü, bir siyasetçi, bir parti

Kasım ayının son haftasında, Ledra Caddesinin kuzey kısmındaki duvarın yıkılarak, yerine köprülü geçiş noktası yapılması tartışması süreci başlamıştı. Adeta açıklama yağmuru vardı. Hem kuzey, hem de güneyden köprünün boyut ve işlevine yönelik tartışmalar sürmekteydi. Ermu ara bölgede mi değil mi, altından ne geçecek gibi şeylerdi tartışılan…
Ve böylesi kısır tartışmanın ortasına Yeni Kıbrıs Partisinin bildirisi düştü. YKP, 5 Aralık’ta yaptığı açıklama ile net olarak bölgenin askersizleştirilmesini talep etmişti. Ama yerel gazeteler içinde, Afrika gazetesi dışında bu bildiriye haber değeri biçen olmadı. Afrika’nın bildiriyi manşetine taşıması etkisini gösterdi ve önce Esnaf ve Zanaatkarlar Odası köprüye karşı sesini yükseltti, sonra Akıncı öneriyi sahiplendi. Daha sonraki günlerde çeşitli yazar ve kesimler askersizleştirmeyi gündemlerine alıp tartıştırdılar. Akıncı bununla da kalmadı, bildirinin içindeki askeri birliklerin yaşam alanları dışına çıkartılması önerisini de kendi üslubu ile açıklamalarına yansıtmaya başladı. Ayni şekilde de güneyden de AKEL askersizleştirmeyi söylemine taşıdı.
Tanımın doğru hali ile, YKP olgusu bir kez daha hasır altı edilmeye çalışılmakla birlikte, önerileri ve fikirleri ile gündemi belirlemiş oldu. Artık kamuoyu köprünün kendisini değil onu doğuran koşulları tartıştırmaktadır. Yani YKP kendi gündemini dayatıp, kamuoyu yaratmış ama partinin adı gizlendiği için yine görünmez kılınmıştı…
Tam bu noktada bir siyasetçinin ‘köprü’ tartışmasındaki seyri incelemeye değer çünkü o, bu tip zigzagları hep çiziyor ama kimse bunu tartışmıyor…
Akıncı, tartışmanın ilk başladığı günlerde, 28 Kasım tarihli TAK bültenine yansıyan açıklamasında, askersizleştirmeden bahsetmeden “Lefkoşa İmar Planı hazırlanırken, Kuzey'de Arasta ve çevresi ile Güney'de Ledra Sokağı'nın yayalaştırıldığına ve bir gün barikatların kaldırılacağı ve trafikten arındırılmış yaya bölgelerinin birleştirileceğinin öngörüldüğüne işaret ederek, gelinen aşamada bu tarihi olayın gerçekleşmesinin söz konusu olduğunu” açıklamıştı. Güzel bir iyi niyet belirtisi olmasına rağmen somut hiç bir şey üretmeyen bu açıklamanın ardından Akıncı 1 Aralık’ta yanına eski bir askeri de alarak bölgeyi ziyaret etti. TAK’ın bültenine “1990'lı yıllarda bölgede askeri sorumluluk üstlenmiş BDH Girne İlçe Başkanı Halil Sadrazam” diye yansıdığına göre BDH’lılar, üst kadrolarında eski bir askerin olması ve halen daha bu kimliğini bir şekilde korumasını önemli buluyor ki yaptıkları açıklamalara yansıtıyorlar. Ancak sol siyasi oluşumların anti-militarist olması ile düşünüldüğünde, generalliğin kıyısından dönmüş, patlayıcı uzmanı bir askerin, yani sıradan olamayan bir askerin kadrolarında olmasını çelişki olarak görmüyorlar mı? Neysa, bu, bugünün tartışması değil, bu tartışmaya sonra devam ederiz,. BDH’nın üst kadrosundaki askerler, liberal demokratlarla ne kadar sosyal demokratçılık oynayacakları ayrı bir tartışma konusudur...
Akıncı’nın, 1 Aralık’ta köprü ziyareti sonrası yaptığı açıklama da ilginçti. Akıncı, "bu yolun köprü ihtiyacı doğmadan açılması, kuşkusuz benim de tercihim olurdu; ne var ki seçenek, ya köprülü açılış, ya da hiç açılamaması ise o zaman köprülü olarak açılmasını tercih etmek ve köprüsüz günler için de çalışmak gerekir" demişti. Akıncı bu arada 5 Aralık’ta TAK bültenine yansıyan bir televizyona verdiği demeçte de ‘temennilerde’ bulunmaya devam ediyor.
7 Aralık tarihinde Akıncı’nın Tasos Papadopulos'la yaptığı görüşme sonrası açıklamaları ayni tarihli TAK bültenine yansımıştı. Bu açıklamada Akıncı, Ledra konusunda ilk açıklamasındaki görüşünü korumaktaydı. Akıncı, “kapının "üst geçitle birlikte açılması" veya "hiç açılmaması" alternatiflerinden, üst geçitle birlikte açılmasını ve bunun daha sonra ortadan kaldırılması için çaba gösterilmesini tercih ettiğini” bir kez daha söylemişti. Yani Akıncı’nın tercihleri arasında hala daha askersizleştirme yoktur. Gerçi sayın Akıncı, utangaç bir şekildi “kendisinin ve partisinin askerden arınmış bir şehir tercih ettiği” gibi bir cümle ağzından kaçıyor ama hemen ardından TAK bültenine yansıyan şekli ile “Rum gazetecilerin "bu taraflardan birinin de Türk askeri mi" olduğunu sorması ve Lokmacı'daki üst geçidin "askeri amaçlı" olduğunu iddia etmesi üzerine, Türk askerinin 1974'ten beri adada bulunduğu gerçeğini hatırlattı ve 1979'da borular döşenirken de Türk askeri olduğunu” söylüyor. Yani hem askersizleştirmeyi istiyormuş gibi yapıp sonra ‘gerçekçilik’ adına askerin varlığına vurgu yapıyor.
Hem askersizleştirme, hem de askeri varlığın kutsanması, sosyal demokrasinin ideolojik bulanıklığının izlerinin olarak açıklamak da mümkün…
Akıncı tüm bu açıklamalardan sonra aniden, 13 Aralık tarihli TAK bültenine yansıyan açıklaması ile askersizleştirmeyi keşfediyor. İlk açıklamasından tam 15 gün sonra, askeri gerçekleri hatırlatan açıklamaları sonrası Akıncı aniden dümenini bölgenin silahsızlandırılması önerisine çeviriyor. YKP’nin açıklamasının kamuoyunda yankı uyandırması ve bu yönde kamuoyu oluşmasının ardından Akıncı, 13 Aralık’taki TAK Bültenindeki açıklamasında, “Lokmacı Barikatı'nın açılabilmesi için gelinen aşamada iki tarafta da askerin geri çekilmesinin (dekonfrantasyon) zorunlu hale geldiğini” belirttiğini söylüyor.
2 hafta sonra zorunluluğu keşfeden Akıncı için nasıl bir tabir kullanılabilir acaba? Günaydın mı demeli, ne demeli bilinmez ama medya, YKP’nin net ‘askersizleştirme’ talebi yerine Akıncı’nın sulandırılmış askersizleştirmesine rağbet ettiği açık. Başlıklarına YKP’den bir hafta sonra askersizleştirme açıklaması yapan Akıncı’nın açıklamasını yazmayı tercihleri ile YKP’yi gizlemeye çalışabilirler ama gerçekler uzun süre gizlenemez. Bu da ayrı tartışma konusunu…
Akıncı’nın askersizleştirme önerisinin 17 Aralık tarihli TAK bültenine de yansıdığı görülmektedir. Akıncı, “İki tarafın da askerlerini bir miktar geriye çekmesi, köprünün kaldırılması ve sivil yaşamın, yayaların ihtiyaçlarına öncelik verilmesi kaçınılmazdır” diyerek ‘mış’ gibi yaptığını net ortaya koyuyor, kendine güvenli alan yaratıyor. Yani bölgenin hem askersizleştirilmesini istiyor, hem de istemiyor. Önerisi ‘biraz’ askerlerin geri çekilmesi, yani bir adımla ile sonsuz arasında bir büyük bilinmeyen, yine muğlak bir açıklama yine belirsiz tanımlamalar ama medya bunun askersizleştirme olduğunu yine başlıklarına taşıyor. Akıncı ayni açıklamada askeri gerçeklere bir kez daha atıfta bulunuyor ve “elbette güvenlik kaygısı dikkate alınacaktır” diyor . Yani cümlenin Türkçesi bölgede askerin varlığının ‘güvenlikten’ dolayı önemli, o yüzden ‘askerler bir miktar’ çekilmeli, yani Ledra’nın güney kısmına ‘güvensizlik’ ve ‘askeri tedbir’ gerekliliğini belirten açıklamalar ve birileri bize bunu birileri askersizleştirme diye sunabiliyor…
Birileri YKP’nin net ‘askersizleştirme’ önerisinden rahatsız olduğu ve bunu gizlemek için harekete geçtiği bir gerçek ama alternatif medya da mı?
Neysa, bu, Yeni Kıbrıslılar için olağan hale gelen bir durumu ifade eder ama, sıkıntı gerek bu konu gerekse son mal mülk konularındaki tartışmaları yok sayarak YKP’yi diğer siyasi partilerle işbirliği yapmamakla suçlamak insafsızlığa girer.
Gerek BDH, gerekse TKP’nin özellikle mal mülk konusundaki yaklaşımları ile YKP’nin ki arasındaki uçurum bir kez daha ortaya çıktı. BDH’lılar, Ledra konusunda izlediği zigzaglı politikaları ile ‘siyasi dansözlük’lerini bir kez daha ortaya koydular. BKP’liler ise hem nalına, hem mıhına vuran açıklamalara imza atıyorlar. KSP’yi ise nereye koymalı bilinmez. Bu yüzden ittifaklardan bahsedenler son dönemdeki açıklamaları alt alta koyup yeniden düşünsünler ki acaba bu konuların hangisinde YKP diğer siyasi oluşumlarla yan yana gelebilirler?…
***
Önemli gerçeklerden biri, herşeye rağmen Yeni Kıbrıslıların fikirleri ve eylemleri ile gündemi belirlemeyi sürdürüyor, birileri yok saydırmaya devam etmeye çalışsa da….
Bu koşullarda YKP’lilere düşen ise partiyi görünür kılmaktır..
Bunun için tek çıkar yolumuz var;
“sokak, hemen şimdi!”, “hareket, hemen şimdi!”