25 Mart 2004

Şirketleşmeye hayır!


Kıbrıs sorununda sona doğru gidiliyor….
Kimine göre bu son mutlak Mayıs öncesi olması gerek, kimine göre ise Mayıs imkansız ama bu sene sonu mutlak bir anlaşma imzalanacak…

Rejim beslemeleri ise "hayır"lı bir iş yaptıkları sanarak yollara düştüler…

Ancak kötü olan sürecin bir matematik dersine dönüşmesi, sosyal bilgilerdense bütünlemeye bile kalamaması..

Her kafadan bir ses çıkmakta, kimi gruplar aritmetikseverliklerini ortaya koyarak anlaşma isteyenleri alt alta, üstü üste koyup "evet"çi kampanyalar düzenlemeye başladılar bile…

"Hayır"sever rejim beslemeleri ise avantalarını, ganimet düzenini korumak için sıkı sıkıya sarıldılar faşist propagandalara…

Karşılarında olanlar ise matematikseverliklerini ortaya koyuyorlar ve anlaşma olursa toplayıp çıkarıp "tapucuklar ne olacak" sorusuna cevap vermeye çalışıyorlar, toplayıp toplayıp ardı ardına açıklıyorlar AB üyeliği ile alacağımız paracıkları…

Matematiksever anlaşma taraftarlarımız aritmetiğin dört işlemini kullanıp, aslında her şeyin ne kadar güzel olacağını anlatmaya çalışıyorlar..

"Hayır"sever rejim beslemeleri ise ayni şekilde dört işlemli açıklamalarla bu anlaşma olursa elde avuçta hiç birşeyin kalmayacağını ispatlama uğraşındalar…

Bu süreçte iki açıklama aslında tam olarak nelerin döndüğünü açıklıyor. Neşe Yaşın Yenidüzen'deki röportajda "sanki şirket kuruluyor" demişti, Niyazi Kızılyürek ise bir sohbette "keçi pazarlığından" bahsetmişti…

İçinde insan unsuru olamayan, sosyal bilgilerden kırık not almaya aday bir süreçten geçmekteyiz. Herkes "fani" dünya dertlerine düşmüş, evinin, bahçesinin pazarlığını yapmakta, kimin kaç para alacağını tartışmakta…

Unuttuk galiba, Annan Planı süreci biraz ablukayı dağıttı ama bundan 2 sene önceye gidip hatırlamak gerek kaç yüz şirketin battığını, kaç yüz tanesinin de iflasın eşiğinde olduğunu. Hatırlamakta yarar var kaç bin genç her yıl bu ülkeyi iş, güvenli bir gelecek, çağdaş bir barınma olanağı olmadığı için, önüne de 2 yıllık askerlik denen dayatma da konduğundan terk edip çoğu kaçak İngilterelerde, Avustralyalarda yaşamlarına devam ettiğini… Hatırlamakta yarar var demokrasi özürlü bir coğrafyada askere bağlı polisin keyfi güç kullanarak zaman zaman bizler üzerinde baskı kurmasını, eylemlerde zor kullanmasını, seçimlerde yapılan usulsüzlükleri meclis araştırma komisyonun raporlaştırdığını buna rağmen son seçimlerde bile yaşanan rezilliği… Unuttuk galiba 40 bin askerle birlikte ateş kes koşullarında yaşadığımızı, sınırlarda yeni yetme 18-19 yaşında gencecik Kıbrıslıların şoven dolduruşlarla birkaç metre ara ile karşılıklı dolu silahlarla birbirlerine karşı nöbet tutturulmalarını… AİHM'de biriken binlerce davanın Loizidu'ya ödenen milyon euro ile önün açıldığı ve daha nicelerinin arka arkaya geleceği ve Türkiye Cumhuriyetinin teknik olarak bu davalardaki sorumluluğunu kabul ettiğini, bundan sonrasında sorun çıkması halinde Avrupa Konseyinden ihracına kadar gidebilecek bir sürecin önünün açık olacağı…

Yani militarizme boylu boyunca teslim olmuş, demokrasi özürlü, ekonomik olarak çökmüş, topraklarında artık "umut" yetişmeyen, çoğumuzun kendine "yedek" bir yaşanabilir ülke aradığı bir yaşamdan yeni ülkeye…

Umutlarımızın her gün tel örgülere takılmadığı, "ateş kes koşullarından" demokrasi istencimizin kesintiye uğramayacağı, asıl sözü haki rengi üniformalılar söyleyememeği, "ekmeğimizin" parti rozetlerine tabi olmayacağı, geleceğimize TC Elçiliklerinde, TC Yardım Heyetinde karar verilmeyeceği yeni bir ülke…

Ne yapmalı?

Matematik dersine dönüşen kampanyalarla, cevaplarla geleceğimizin tehlikeye atılma ihtimali var çünkü rejim elindeki olanaklarını kullanarak herkesten çok daha iyi hesap kitap çıkarabilir ve günün sonunda herkesi "umudun" ve "düşlerin" tükendiği bu coğrafyada rejimin devamı için “ikna” edebilir.

İhtiyacımız olan GELECEK üzerine mücadeleyi örgütlemektir. İhtiyacımız olan yeni kurulacak olan yapıda Kıbrıs'ı ve Kıbrıslıları birleştirmek için yeni olanakları yaratmaktır ve yeni gelen gün bize bu olanakları taşıyacak.

Ama eğer rejim bir kez daha kazanırsa, evet bazılarımız bir süre daha kuzeydeki evlerinde kalmayı sürdürecek sonrasında ise İngilterelerde, Avustralyalarda buluşacağız ancak birilerini bu coğrafyada bu yağma düzeninin tepesinde saraylarında keyifle oturmayı sürdürecek…

Yapmamız gereken unutulanları Kıbrıslılara hatırlatmak ve askerden arınmış, evrensel hukuk ilkelerine saygılı, ileri bir demokratik ülkenin kurulmakta olduğunu söylemek yani GELECEĞİ olan tel örgüsüz, barikatsız, daha özgür bir yaşam…

Yapmamız gereken, "çözüm hemen şimdi" sloganını yükseltmek, önümüzde olası süreçlerde bunu için mücadele etmektir.

Kara göründü, "Avrupalı yeni Kıbrıs için" az bir gayrete daha ihtiyacımız. O yüzden neşemiz, coşkumuz ve umutlarımızla süreci sahiplenelim, sahiplendirelim, bir kez daha bizi kandırmalarına izin vermeyelim yani "MÜCADELE HEMEN ŞİMDİ!"

5 Mart 2004

Bitmeyen senfoni: BİRLİK SORUNU


14 Aralık sürecine gidilmekteydi. Önce ağır saldırılar KSP'den geldi. Her ne olursa olsun bu süreç bir anlamı ile referandumdu, o yüzden birlik olunmalıydı. Arkasından kendi yayın organlarında onlarca yazı, eleştiri…
Günün sonunda CTP, direk veya dolaylı etkilediği örgüt ve çevrelerle 'birlik' olup, CTP-BG adı ile propaganda sürecine katıldı. Dışında kalanlar ise BDH çatısı alında toparlandı. Onlarla uyuşamayanlar ise UBP ve DP'deki çözülmelere gönül bağlayarak ÇABP adı altında girdi 'seçimler'e…

Seçim süreci üzerine onlarca şey yazdık. Anlaşma isteyenlerin ne garip açıklamalar yaptıklarını, TC/KKTC bayrakları ile sağcıları bile hayrete düşüren gösteriler yapmalarını eleştirdik ama kimseye kendimizi dinletemedik. Şimdi birlik zamanıdır deyip durdular…

Sanırım şu anda CTP'yi tartışmaya en azından bu yazı içinde pek gerek yoktur. CTP'nin yaptığı açıklamaları okunarak yada Denktaş'ın kendilerine düzdüğü methiyelere, övgülere bakarak geldikleri noktayı anlamak çok kolaydır.

Ancak en ilginç "birlik" süreci BDH'da yaşanmaktadır. BDH'nın kuruluşundan beri bize en sert eleştirileri yönelten KSP, ilginçtir BDH'dan ayrılan ilk parti oldu. Aslında gerekçeleri daha ilginçtir; 'BDH Akıncının partisi oldu'. Bu noktada KSP Gençlik'teki arkadaşlara hatırlatmak isteriz, propaganda süreci tamamıyla Akıncı'ya dayandırılmamışmıydı? Sizler sabahın köründe kocaman Akıncı'nın fotoğraflarının bulunduğu pankartlar ile yol kenarlarında durmamışmıydınız? Her şey unutulur.

Hade hatırlatalım, 17 Ağustos’da bir yazı yazarak sizi eleştirmiştik: “Bunun yanında, farklı olma, farklı bir duruş sergileme iddiası ile ortaya çıkanların propaganda methodları da akıllara durgunluk vermektedir. Bizler tek adam diktasından kurtulmak ve gençliğin geleceğine sahip çıkması amacıyla tavır geliştermesi için çağrılar yaparken, sabah Lefkoşa sokaklarında BDH gençlik üyesi arkadaşlar Akıncı’nın fotoğraflarının olduğu pankartlar tutmaktadırlar. Tek adam diktasına karşı cevap tek adam diktası mıdır?”(1), tabi bunlar unutuldu, kaç ay oldu yazılalı değil mi?

Zaten kuzeyde yaşam kum üzerine yazıldığı için, bir gün gelen dalga tümünü siler ve bir kez daha yaşanmamış olur. BDH, Akıncı'ya özel kurulmuş bir partiydi, Akıncı'nın yeniden meclise girebilmesine olanak sağlayacak bir oluşuma ihtiyaç vardı çünkü gene kum üzerine yazılan ve unutulan anılardan hatırlayalım, UBP-TKP hükümeti döneminde yıkım paketleri hazırlayıp bunlar için sendikalarla, partilerle kavga eden, PEYAK'ın batırılmasından sorumlu olan ve oy ve prestij kaybettiği için TKP başkanlığını bırakmak zorunda olan Akıncı'nın, TKP ile yeniden meclise girmesi olanak- sızlaşmıştı, yeni bir aracı kuruma ihtiyaç vardı. Bu yüzden büyük ve süslü laflarla yeni parti oluşturuldu ve sanki de yeni bir şeymiş gibi de Akıncı bir kez daha öne çıkarıldı. KSP'li dostlara bunu onlarca kez anlatmaya çalışmamıza rağmen, ‘onlar birlik ama ne olursa olsun birlik’ deyip durdular, bizi de burjuvaziye yardım etmekle suçlamışlardı.

Ancak bu süreç, en çok (eski) TKP'lileri etkiledi. (eski) TKP'liler bir anda kendilerini iki partili buldular. Bu partiler arasında seçim yapmak zorundaydılar; bu yazı yazılırken hala daha kararsızlık halleri sürüyordu. Yazı yazılırken, BDH içindeki üçüncü parti olan BKP ise hem içerde hem dışarıda olma pozisyonu koruyordu. BDH'ya destek veren diğer sendikalar ise çekildiklerini açıklamışlardı. Yani çatı partisi, meclis koltukları paylaşılınca çökmüştü...

Yani, bir 'birlik' projesi daha sona er(diril)mişti. 3 partinin güçlerini birleştirerek, 'başarı' projeleri üretenlerin tek somut başarısı, 4. bir partinin ortaya çıkmasına yani bölünmüşlüğün daha fazla artmasına neden olmaları...

Yaşananlar yeni değil ama görmek isteyenler için önemli verileri içinde barındırmaktadır. Bu noktada, sanırım herkes güç birliğinden ne anladığını, güç birliğinin ne demek olduğu bir kez daha gözden geçirmesi gerekmektedir. Umarım bu kez doğru sonuçlara varabiliriz...

(1) bir kez daha seçimler üzerine - Murat Kanatlı http://www.stwing.upenn.edu/~durduran/hamambocu/authors/knt/knt7_17_2003.html

bu yazı ayni zamanda YBH Gençlik yayın organı Karşı'nın 14 sayısında yayınlandı