28 Şubat 2009

Şemsiye açacaklarmış!

Yağmur yağdığında korunmak için şemsiye açıldığını bilirdik, bir de deniz kenarını gittiğimizde güneşten korunmak için…
Eğer seçime girecekseniz ve yeteri kadar adayınız yoksa “şemsiye açıyoruz, gelin altına” denmesi ile şemsiyenin kullanım alanlarına bir yenisinin daha eklendiğini geçen gün bir TV programı sırasında öğrenmiş olduk…
Aylarca ekranlarda “seçim giriyoruz”, “seçime girmek için ittifak çalışması yürütüyoruz” diyen bir siyasi oluşum, Kıbrıs Barış Platformu içinde aniden boykotçu kesilip, uzun süre bu tavrını sürdürdükten sonra birden bire ‘şemsiye açıp’ seçime girmeye karar verebiliyor!
Aslında BKP liderliğinin ama özünde Genel Sekreterleri İzzet İzcan’ın kucaklayabileceği kesimlerin geçmişte “çok geniş” olması bu ittifak tartışmasını daha anlaşılır yapabilir… Bu nedenle geçmişten örnekler vererek, hatırlatmalar yaparak bu durumu daha anlaşılır kılmaya çalışalım…
Örneğin, 24 Mayıs 2004 tarihinde kurulan TKP-Birleşik Özgür İttifak (TKP-BÖİ) içinde kimler yoktu ki, Ahmet Kaşif, Ünal Üstel, Hüseyin Angolemli, İzzet İzcan…
Hatırlanacağı gibi TKP-BÖİ içindeki Özgür Düşünce Partisinin başında UBP ve DP arasında gidip gelirken en son hangi partide kaldığını birçok kişinin anımsamakta zorluk çektiği Salih Coşar vardı…
Aslında ÖRP’ye giden süreçte ÖDP bir ilk denemeydi, yarım kalan ÖP-1 projesi de denebilir. Hatırlanacağı gibi yine mecliste denge vardı ve DP’ten biri eski Yeni Doğuşçu Ahmet Kaşif ve diğeri Ünal Üstel olmak üzere iki milletvekili istifa etmiş, başına Çoşar geçmiş, batan Peyak Bankası konusunda tam mahkeme süreci yaşanırken TKP Genel Sekreterliği’nden istifa ederek, direk DP Genel Sekreterliğine geçen Kemal Havalı’nın da içinde olduğu ÖDP kurulmuştu…
Şimdiki ÖP-2 aslında, başında Kıbrıslı Türk siyasetçi olan, eski Yeni Doğuşçu Mustafa Gökmen’in liderlikte olduğu, gene sağ partilerden kopup, “yeni/kirlenmemiş”(!), “sağda birlik” falan lafları eden siyasi oluşumdur… Ama ÖDP açısından konjektür tutmadı, ilerleyemediler… ÖRP’ye ise “şans”(!) (sizi bunu AKP diye da okuyabilirsiniz) yürü ya kulum dedi…
Çoşar, Kaşif ve Üstel’in yine bir sabah ansızın UBP geçişleri ile oluşan son durumu 5 Ekim 2004 tarihinde yaptığı açıklama ile “milletvekillerimiz seçim endişesiyle parti değiştirmiş” diye özetlemişti.
Geriye kalanlar da seçilme garantisi için TKP- BKP Sol Güçler gibi bir şey kurmuşlar, şemsiyemsi bir şeyler açmışlardı gene… 19 Şubat 2005’de çok heyecanlıydılar, “21 Şubat sabahı, çözüm ve barış güçlerinin iktidarında TKP- BKP ittifakı yerini alacaktır” gibi laflar ettiler, ama oy oranları %2.41’de çakılıp kalmıştı…
İzcan’ın 20 Şubat’a kadar süren meclis macerasında başka neler yoktu ki, hatırlatmak gerekirse;
17 Ocak 2004 tarihinde basına yansıyan şekliyle, Meclis başkan yardımcılığı seçimlerinde UBP’li Mehmet Bayram’a “BDH'lı İzzet İzcan'ın “evet” oyu kullanması milletvekilleri arasında espri konusu” olmuştu…
17 Temmuz 2004 tarihinde basına yansıyan şekliyle, güvensizlik oylaması tartışmaları sırasında “oturduğu yerden İzcan’a müdahale eden Akıncı, “Meclis tutanaklarına geçsin diye söylüyorum. Siz bize hükümeti düşürmek için UBP’nin önergesine destek vermenin doğru olduğunu söylediniz” demişti…
19 Temmuz 2004 tarihinde “CTP, BDH ve TKP milletvekilleri “erken seçim önerisine” destek verirken, UBP, DP, Yeni Parti, BKP ve bağımsız milletvekilleri de” reddetmişti…
25 Temmuz 2004 tarihinde Serdar Denktaş’ın teşekkürü yansıdı basına; “bu üç dört gün içinde DP milletvekilleri olarak teşekkür etmemiz gereken özellikle bir arkadaşımız vardır. Son derece dürüst ve ortalığı karıştırmadan bizi dinleyen ve yardımcı olmaya çalışan... O da İzzet İzcan. Kendisine teşekkür ediyoruz” demişti…
2 Aralık 2004 tarihinde İzzet İzcan’’ın da içinde yer aldığı komite tarafından bir karar hazırlandı, karar oybirliği ile meclisten geçti. Kararda; “1960 Ortaklık antlaşmalarına aykırı olan, Kıbrıs Rumlarının yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti'nin değil, Kıbrıs Türk halkının da siyasi eşit olarak içinde yer alacağı yeni ortak yapının Türkiye tarafından tanınması olduğunun altını çizmeyi tarihsel bir görev sayar” denmişti. Karar oybirliği ile meclisten geçti.
Karardaki “Kıbrıs Türklerini hiçbir şekilde temsil etmeyen, Kıbrıs Rumlarının yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti” cümlesinin ayrıca altı çizilmeli… Bunun yanında kararda kullanılan dil de önemliydi. “Kıbrıs Türk halkı”, “Kıbrıs Rum halkı”, “Kıbrıs Rumları”, “Kıbrıs Türkleri” ifadeleri bugün de sürdürülen ‘iki halk var, halkların self determinasyon hakkı olmalı’ tartışmasındaki argümanların aynisidir. “Kıbrıs Türkleri”, “Kıbrıs Rumları” da Kıbrıslı diye bir şey yok diyen zihniyetin terminolojisidir. Ama kararda bir cümle var ki, bu metnin gerçek yazarını ele verir; “özgürlük ve barış mücadelesi veren halkımız”… Unutanlara yeniden hatırlatalım 20 Temmuz’un resmi ve militarist adı “Özgürlük ve Barış Bayramıdır”… Yani bu, masum bir “tanımama” çağrısı yapılan değil, altında “solcuların” da imzası olan TC asker ve sivil bürokratların isteği ve katkısı ile hazırlanmış bir karardır, dili de buna uygun olarak yazılmıştır veya yazdırılmıştır…
5 Şubat 2006’da BKP’deki iç tartışma sırasında yapılan bir açıklamada İzcan ile ilgili “meclisin Türkiye'ye Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımamasını talep eden kararı hazırlayanlar arasında yer alarak, parti sekretaryasının bunu reddetme kararına rağmen sergilediği tutumla “Birleşik Kıbrıs” mücadelesinden saptığı” belirtilmişti. Yani bu durumdan BKP’liler bile rahatsız olmuştu ama buna rağmen BKPbu kararın altına imzasını koyabilmişti…
Macera bularla kısıtlı değildi…
CTP-DP hükümeti azınlıktı ve bütçe geçirilemiyordu, yeni hükümet arayışları sürmekteydi. Tartışmalara İzcan’ın yaklaşımı, fazlası ile öğreticiydi(!);
16 Temmuz 2004 tarihinde Talat ile ilgili “çözüm yanlısı bir başbakanı görevden alıp, yerine kimi getireceğimizi bilmeden hareket etmem” demişti. Ertesi gün, “ortaya yeni bir hükümet seçeneği konmadan çözüm yanlısı olduğunu düşündüğü bir başbakanın düşürülmesiyle ülkedeki barış ve demokrasi mücadelesine katkı yapılamayacağını belirterek, parlamentodan uyumlu çalışacak bir hükümet çıkması için her türlü katkıyı koyacaklarını” söylemişti. Katkı koymanın buradaki Türkçesi bakanlık koltuğu anlamını taşımasına rağmen İzcan bunu direk söylemek yerine, kelimelerin arasında sıkıştırıp ve “anlayan anlasın” yolunu tercih etmişti…
21 Eylül 2004 tarihinde bir kez daha erken seçim tartışmaları gündeme geldiğinde; “Doğru olanın barış yanlılarının birlikte olacakları ve bir yol çizecekleri yapı olduğunu kaydeden İzcan, “Ancak maalesef bu yapılamadı” diyerek koltuğu alamamanın sitemini ediyordu. Bu defa işareti daha netti; “barış yanlılarının birlikte olması”…
Hatta ayni açıklamada o dönemdeki hükümet ile ayni dili konuşma adına “İzcan, referandumdaki “evet” denmesine rağmen Kıbrıs sorununun ve izolasyonların sürdüğüne dikkat çekti” açıklaması var ki tam evlere şenlik… Günümüzde ‘Birleşik Kıbrıs’ isimli gazetelerindeki bir köşe yazısında; “izolasyonlar ve ambargolar söylemi ile halkı yanıltıyorlar” gibi laf etmeleri ile artık bu görüşte olmadıkları anlaşılıyor ama şemsiyenin altında yarın ne diyeceklerini şimdiden bilemiyoruz, yine değişebilir…
29 Eylül 2004 tarihinde ise bir atak daha yaparak; “İzcan, çözüm yanlılarının içinde olacağı bir hükümete her türlü desteği vermeye hazır olduklarını vurguladı. İzcan çözüm yanlısı partilere, ufak tefek ayrılıkları bir yana bırakarak birlik olmaları ve bir hükümet oluşturarak bütçeyi geçirmeleri ve cumhurbaşkanı seçimlerinde tek aday göstermeleri çağrısında” bulunmuştu. Tabii bunu okurken kimin kiminle hareket ettiğini unutmamak gerek; 19 Temmuz 2004 tarihindeki erken seçim önerisi sağ partilerden istifa eden bağımsız milletvekilleri ile sağcı partiler UBP, DP ve Yeni Parti ile BKP’nin oyları ile reddedilmişti. Ayrıca yukarıdaki cümlenin “çözüm yanlısı partiler, ufak tefek ayrılıkları bir yana bırakarak birlik olmalı” kısmın da altı çizilmelidir. Çünkü İzcan’ın bugün de çok kullandığı “ufak tefek ayrılıklar” tanımlaması, aslında bugünkü şemsiye teorisinde de geçerli ve tecrübeler göstermiştir ki bu “ufak tefek” konusuna her şeyi kapsayabilir ki bunun anlamı da çok çok geniş bir şemsiyedir…
Bunun yanında, geçen gün İzcan ile birlikte katıldığımız TV programında, Kıbrıs Türk parça devleti anayasası hazırlanması konusunda ayrıca bir polemik de yaşamıştık. Bunu da, macera listesine eklenmesi gerek bir olay olması nedeniyle hatırlatalım; 1 Mart 2004 tarihinde “Kıbrıs Türk Kurucu Devletinin Anayasa Taslağı Hazırlama Komitesi” Türkiye'ye” gitmişti, Komitede Soyer, Arabacıoğlu ve İzcan vardı.
TC’den talimat alınması konusu açıldığında sloganlar atabilen İzcan’ın bu Türkiye macerasını adı geçen TV programında hatırlatınca İzcan savunma olarak yalnızca Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Hukuku Profesörü Yavuz Sabuncu ile görüştüklerini, başka kimseyi ile görüşmedikleri açıklamıştı. Ancak meclis’in 6 Mart 2004 tarihli 18’inci Birleşim tutanağını ayni şeyi söylemiyor. Tutanakta İzcan’ın konuşmasında; “Orada Sayın Meclis Başkanı Bülent Arınç Bey ile Anayasa Komisyonu Başkanı ki aynı zamanda Anayasa Profesörüdür, Burhan Kuzu Bey ile ve diğer ilgili yetkililerle yararlı temaslarda bulunduk” dediği belirtilmekte…
Hemen bir not düşelim. Burhan Kuzu’dan yararlı bilgi almak aslında eşyanın tabiatına aykırıdır. Uzun uzun örnekler vermek mümkün ama Ağustos 2006’da DTP’nin seçime bağımsız adaylarla gireceğini açıklamasından sonra Kuzu’nun açıklaması; “seçimlerde bağımsız adaylar için baraj uygulanması formülünün Anayasa açısından sakıncalı olmadığını” söylemiş (…) ve “eğer gerçekleşirse bağımsıza baraj ilk defa olacak. Mantıksız bir şey değil” de demişti. İzcan’ın yararlı temas kurduğu Kuzu’nun diğer maceralarını internet arama yaparak rahatlıkla bulabilirisiniz…
İzcan’ın açıklamasına geri dönersek; zaten bugüne kadar Türkiye gidip talimat alan biri, talimat alıp döndüğünü açıklamamıştır, genellikle söylenen “yetkililerle yararlı temaslar” yapıldığıdır ama herkes gerçekte ne olduğunu bilir. Bu nedenle “yararlı temasın” ne olduğunu bu yazının okuyucusunun hayal gücüne bırakabiliriz… Ama benim dikkatimi çeken bu tutanakta çok daha önemli kısım var ki bu tartışmanın açılma nedenlerinden bir başkasıdır;
Ayni tutanakta Ferdi Sabit Soyer Komite’nin çalışmalarını anlatıyor ve “Bu Anayasayı hazırlarken, taslağı hazırlarken bir kısım ilkeler üzerinde durduk. Bu ilkelerimiz şudur; Kıbrıs Türk Halkının bu topraklarda siyasal varoluşunda kat ettiği bütün aşamaları başlangıç, yani dibacede bu Anayasaya zikredilecektir. Kıbrıs Türk Geçici Yönetimi, 1960 Cumhuriyeti, bundan Geçici Türk Yönetimi, Otonom Türk Yönetimi, Kıbrıs Türk Federe Devleti ve KKTC aşaması ve bu aşama ile birlikte 15 Kasım 1983’de Cumhuriyet ilan edilirken Kuruluş Bildirgesine bağlı olarak bu Cumhuriyeti oluşturan insanların şimdi Avrupa Birliğinde eşit taraf olarak bütün bu tarihsel birikimlerin taşıyıcısı olarak yer alacağını zikreden bir dibacesi olacaktır” diyor…
“Kıbrıs Türk Halkının bu topraklarda siyasal varoluşunda kat ettiği bütün aşamaları” denmesi ve sonrasında “KKTC aşaması”ndan bahsedilmesi dikkat çekici bir unsur…
Dedik ya İzzet İzcan’ın şemsiyesi çok geniş kesimleri kapsıyor hatta “KKTC’yi siyasal varoluş aşaması” sayanları da… Aslında yukarıdaki anlatımdan bu çalışmalara katkı koyan İzcan da olduğu gerçeğinden, İzcan’ın da “KKTC’yi siyasal varoluş aşaması” saydığı rahatlıkla anlaşılabilir. Zaten 2006’daki iç darbe/tartışma sürecinde İzcan’ın “KKTC'yi savunmak suç mudur?” demiş olması da bu görüşümüzü doğrulayan bir olgudur.
Tüm bu eleştirilere İzzet İzcan’ın aslında cevabını biliyoruz, “geçmişe takılıp kalınmasın”…
Siyasal yaşamda 5 yıl ne zamandan beri geçmiş oldu, bilinmez. Ama eğer kendinizi Demirel stili politikacı sayıyorsanız ve ‘dün dündür, bugün de bugün’ diye bir düşünceyi destekliyorsanız buna diyebilecek elbette bir şeyimiz yok…
Ama en son yapılan Hrant Dink anmasında ne denmişti, demiştik; “unutmak kaybetmektir”…
Aslında, yeniden kaybetmemek için, ayni şeyleri yeniden bir kez daha yaşamamak için unutmamamız, unutturmamamız gerekiyor…
Bugünkü kısır döngünden çıkabilmek için, apolitikleşmeye karşı, solun yeniden inandırıcılığını kazanarak gündem yaratabilmesi, yeni sol bir alternatif için unutmadan, hatırlatarak ileriye doğru yürüyüş önümüzdeki tek seçenektir…

Biz bu yoldaki yürüyüşümüzü sürdürüyoruz…