23 Ağustos 2002

Yok sayabilmek

Yaşam içinde onlarca insanla yollarımız kesişir; kimiyle özel yaşamlar kurar, kimiyle ileri dostluklar, kimiyle ise aranızda onlarca farklılığa ve yaş farkına rağmen saygının ötesine geçen bağlar kurarsınız.

Yolunuzun kesiştiği kadar bu yollar kimi zaman da ayrışır...

Yolunuzu ayırdığınızı sandığınız yada öyle varsaydığınız zamanda bile, zaman zaman bilinciniz size ihanet eder.

Yok saymaya çalışdıklarınıza yabancılaşırsınız belki ama tamamen yok sayabilmek ne kadar olanaklıdır ki?

Yada doğa kanunların dayatması ile yollarınızı ayırmak zorunda olduklarınızı tümden bilincinizden silinmesinin olanağı varmıdır? Yada ne kadar olanaklıdır?

Kimi zaman özel insanlarla yollarınızı ayırırsınız. Bu ayrılık aslında onun sosyal çevresi ile de ayrılıktır. Ayni ortamı paylaşmadığınız, ayni zamanı yaşamadığınız insanları yok saydığınızı varsayabilirsiniz ama öyle zamanlar gelir ve kendini dayatır ki, aslında bunu çok da olanaklı olmadığını biliciniz bir kez daha size ihanet ederek hatırlatır.

Aslında bu ihanet çocukcadır, kendiliğindendir ve insani olanın ‘sence’sinin ol(a)mamasıdır. Yok sayabilmeyi sen isteyebilin hatta zorlayabilin de ama bilincinin odalarına hapsettiklerin sana o kuytu mahzenlerinden kimi zaman acı kimi zaman da gülümsemeye neden olacak şarkılar söyler.

Şarkılara kulak kapatmak, onu bastırmak kaçıştır...

Yüzleşebilmek ve geleni anlayabilmek gerekir. Çünkü her şarkı geçmişe olduğu kadar geleceğe dair de sözler içerir.

Arka arkaya yok sayamama deneyimlerden geçerken günlerim, arada mantıklı olana dair sorgulamalarla zorlarken kendi kendimi, kimi zaman öyle yaşanmışlıklar kendini dayatır ki, kararlar verirsin ve emek harcamak gerektiğini anlarsın bir kez daha, ‘sence’ yok saymalara değil dip odalardan gelen ‘anlamsız’ (mı acaba?) şarkı sözlerinin rüzgarına bırakmak ihtiyacını ve ‘mantıklı olması gereken’ denen o sözcükler bütününü kimi zaman izne çıkarmak gerekliliğini anlarsın.

Yanında otururken bir süre önce yaşamına davetsizce gir(eme)miş ama yok saymaya çalıştığın, izne çıkarılamamış cümle ile dip odalardan gelen birşeyler yapmaya dair şarkı sözleri çakışır ve sen arada kalmanın zorunlu mesaisi içinde birşey yapamanın burukluğunu yaşarsın...

Yada mezarlıkta dururken, izne çıkaramayanların dipten geleni bastırmaya çalışmalarını yaşarsınız, yaşayanlardan biri de sen olursun. Birden fazla çelişkiyi aynı anda yaşamak insanı yorar, yorgun düşen ama yaşamın devam ettiği bilici seni ayakta tutar. Bir daha karşılaşma olanağını olmayacak biri için -ki o kişi belli nedenlerden senin yok saymak zorunda olduğun ama son birkaç günlük son karşılaşmalardan sonra yok saymanın ‘sence’lere bağlı olmadığını acı şekilde öğrendiğin kişidir- mezarlıkta dururken yok sayabil(e)me deneyimleri yaşan, yorulun...

İnsan herşeyi olağanında yaşayabilmeyi öğrenmeli ama bu pek de kolay değildir. Çünkü kendini bıraktığında boşluğa, eğer seni yutabileceğine inanırsan boşluğun, kasılın ve zamanı yaşamak yerine yüzüne yerleştirdiğin maskelerinle sen olamayan biriyle dolanın durur ortalıkta. Ya da çelişkiler arasında kalıp gene zamanını yaşayamamak da insanı yorar ama yorulmamak için kolay yollar aramak da olanaklı değildir.

Tıpkı bir insanı kazanmak gibi, yaşamı da anlamak emek ister. Her yaşadığınla, yaşamdan her damıttığınla biriktirirsin yaşama dair deneyimlerini ve an gelir sana bile inat kendi kendini boşluğa bırakabilirsin çünkü – aslında çünküsü yoktur. Deneyimler sana ‘çünkü’süz de zaman zaman yaşanabileceğini öğretir.

Ama öğrenene kadar hata yapabilme olasılığı da içinde yorulmayı göze almak gerek, kaçmak yada kestirme yol aramaksa yanlızca boşa harcanacak zamandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder