24 Şubat 2006

Turnusol kağıdı

Turnusol kağıdı özellikle lise sıralarından aklımızda kalan bir deney için kullandığımız kağıdın adıydı. Birçoklarımız hatırlar mı bilmem, gene de hatırlatayım. Kimyada baz ve asitleri ayırmak için bu kağıt kullanılır. Bu kağıdın renk değiştirmesi ile sıvının netür, baz veya asit olduğu anlaşılabilir…
‘Nerden çıktı bu kimya dersi?’ diye sorarsanız, ‘Hayatın içinden’ diye cevap verebilirim…
YKP, askersiz Lefkoşa kampanyasını başlattığından beri, herkes bu konuyu neresinden nasıl tutacağını düşünür oldu. Bazı çevreler dedikodular yayarak kampanyayı anlamsızlaştırma girişiminde de bulunuyor.
‘Polis de çekildiğinde’ diye başlayan cümleler kuruyorlar, sanki biz, polisin Lefkoşa’dan çekilmesinden bahsetmişiz gibi…
Ama en komikleri ‘Annan Plancı’lar… Onlar Annan Planının hemen tek taraflı uygulanmasını şu veya bu şekilde dile getirenlerdi ama bu kampanyayı görmemezlikten gelmeye devam ediyorlar. Annan Planında açık şekilde asker çekilmesinden ve GKK ile RMMO’nun hemen dağıtılmasından bahsederken, her şeyi hatırlayan ‘tek taraflı uygulamacılar’, bu kısmı aniden unuttular. Annan Planında tüm TC askeri birliklerinin Lefkoşa-Mağusa anayolunun kuzeyine yeniden yerleştirileceğinden de bahsediliyordu, yani bunun Türkçe anlamı Lefkoşa’nın askersizleştirilmesiydi ama bunu da hatırlayan yok. Herkes ciddi bir hafıza kaybına uğramış durumda.
Bazıları da aniden Kıbrıs Cumhuriyetindeki haklarını hatırladılar ama kampanyayı görmemeye devam ediyorlar.
Yeri gelmişken bu Kıbrıs Cumhuriyeti kısmından da bahsetmekte yarar var. YKP uzun süredir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yarı resmi kurumlarında çalışmaktadır. YKP Gençlik, Youth Board ve Kıbrıs Gençlik Konseyi üyesidir, Kadın Birimi de Kadının Hakları için Ulusal Mekanizması (National Mechanism for Women’s Rights) üyesidir. Yani seçimden seçime değil, bir AB yurttaşı olarak bireylerin haklarını kullanabilmeleri için YKP, günlük olarak çalışmalarını sürdürüyor ama bunu görünmez kılmak için herkes elinden geleni yapıyor. Youth Board’un çağrısı ile Kıbrıs Cumhuriyeti Meclisinde toplanan Gençlik Meclisine katılıp, o kürsüden konuşan YKP Gençlik üyelerini haber yapmayanların, Kıbrıs Cumhuriyeti haklarından bahsetmeleri ne kadar samimidir?
Tüm yaşamda YKP, pratikleri ile ne yapmaya çalıştığını doğrulamaktadır ama çığırtkanlıkları ile politika üretmeye çalışanların tek yaptığı belli dönemlerde seslerini yükseltip, ‘miş gibilerle’ günü kurtarmak…
Sorunumuz yok, biz yola devam ediyoruz. Askersiz Lefkoşa yurtiçinden ve yurtdışından olumlu tepkiler almaya devam ediyor, şimdi sıra bunu kitleselleştirebilmekte…
Bazılarının eleştirisi kendi başımıza iş yapmamız yönündedir. Kaç zamandır zemin yoklamaktayız, BMBP içindeki örgütleri ziyaret edip, pozisyonlarını öğrenmeye çalışmaktayız ama maalesef tam anlamı ile verimli bir dönem olduğunu söyleyemeyiz. Bu nedenle kendi inisiyatifimizle bir girişim başlattık. Biz marka meraklısı bir parti değiliz, eğer kitleselleşebilmesindeki engel parti adı olursa ve bir inisiyatif bunu götürebilir durumdaysa, elbette bunu bu inisiyatife devretmekte tereddüt etmeyiz.
Bizi tek korkutan içinin boşaltılmasıdır. Biz 1990’ların başında ‘bu memleket bizim’ derken, tüm Kıbrıs’ı anlatmıştık. Ama bu sloganın devamı da vardı. Hemen arkasından gelen cümle de ‘talimatla yönetilmeye hayır’dı… Önce sonunu makasladılar, sonra da ‘memleketi’ kuzeye çevirdiler. Ortaya çıkan hilkat garibesi sloganın kelimeleri yadigar kaldı bize… Biz hala bizim anlamımızla bu sloganı savunmaya devam ediyoruz: “bu memleket bizim, talimatla yönetilmeye hayır” ama kendi kelimeleri ile slogana sahip çıkanlar bugün talimatla yönetilen bir idarenin başındadır. Hatta bizim ‘sokaktan iktidara’ sloganımıza da göz diktiler ama sokağı bırakıp, ceylan derisi koltuğa oturduklarını herkes bildiği için bu defa işleri çok da kolay değil…
Lefkoşa ile ilgili birçok kişi, birçok proje üretmeye çalışıyor. Kimi trafik sorunu çözmeye çalışıyor, kimi park. Ama askere dokunmadan yapılmaya çalışan projeler hep havada asılı kalıyor, sorunları çözmüyor. Ortaya konmaya çalışılan çözümler de kentin dokusu ile çelişiyor, anlamsız ve yeni sorunlar yaratan çözümler oluyorlar. Ama ısrarla kimse askere dokunamıyor.
Surlariçini canlandıralım diye yola çıkanlar, büyükçe bir kamp içine yerleştirilmiş Lefkoşa’nın nasıl canlanacağı sorusuna doğru dürüst cevap veremiyorlar. Her köşe başından çıkan askeri araçları, yalnızca askerin geçişine açık yolları, onlarca çıkmaz sokakları ile Lefkoşa’nın canlanabilmesinin koşulları ne midir? Askersizleştirme.. ama birçok kişi askere dokunmadan çözüm aradığı için cevaplar hep havada kalıyor, kendini arıyor…
Dedik ya, yaşam içindeki pratikler turnusol kağıdı işlevi görüyor. Herkes kendine en güzelini yakıştırarak ortalıkta dolaşıyor ama aslında üstlerinde hiçbir şeyleri yok…
Aslında kral çıplak ama söyleyen yok…
Sorun yok, biz kendimize hiç bir şey yakıştırmıyoruz, 1989 yılından beri yaptıklarımız ortada, kim nasıl isterse öyle yorumlayabilir…
Biz tüm pratiklerimizden elde ettiğimiz deneyimlerimizle, ‘Türkiye’nin ve askerin buradaki etkisini ve sorumlulukları kısıtlamadan bir çözüme ulaşmanın olanakları yoktur’ düşüncemizi korumaya devam ediyoruz. Ama onlardan beklentisi olanlar ya da bunlara dokunmadan çözüm umanların varlığı ortada. Zor olan da kendilerini bazı kelimeler arkasına gizlemeleri…
Bu nedenle ‘askersiz Lefkoşa’ kampanyası bize çok şey öğretmeye devam edecek, yeter ki görmesini bilelim…

10 Şubat 2006

Silahların gölgesinde barış olmaz

Kıbrıs’ta bu aralar herkes barışçı, herkes çözüm yanlısı…
Kime sorarsanız herkes çözümden bahsediyor, kime sorarsınız herkes Kıbrıs sorununun artık sonlandırılması gerektiğinden bahsediyor…
‘Ama’ diye süslenen cümlelerden net anlaşılan ise aslında kimsenin pek bir şey istemediğidir…
Eğer askeri tartışamıyorsak, eğer Türkiye’nin kuzeydeki etkinliğini tartışamıyorsak, eğer Kıbrıs’ın tümünde yaşanan insan hakları ihlallerini, ayrımcılıkları tartışamıyorsak aslında pek bir şey tartışmıyoruz demektir…
Eğer yağmanın, ganimetin üzerine bir barış inşa edebileceğimizi düşünüyorsak, çok yanılırız…
Eğer yaşanan acıları her gün kanatarak bir anlaşma gerçekleşebileceğine inanacak kadar saf olanımız varsa, hemen hayal kurmaktan vazgeçmelidir çünkü böylesi koşullarda barış bu mahalleye hiç uğramayacaktır..
Hala algılamadıysak söyleyeyim, sınırda elinde dolu tüfeklerle, düşmanca ve en düzeyde alarmda hala askerin beklediği koşullarda çözümün yakınından bile geçmiyoruz…
Eğer hala Lefkoşa sokaklarında yürüyen tanklar, üstünde uçan F16lar bize hiç bir şey anlatmıyorsa, sanırım biz sorunu hala anlamış değiliz…
Hala birileri Osmanlı kayıtlarını bahane ederek yağmaya, ganimete kılıf arıyorsa, hala Girne’nin kıyıları büyük bir şevkle talan ediliyorsa barışı beklemeyin, yakın zamanda gelmeyecek…
Hala Madrid Kriterlerinin çok uzağına düştüğümüz bugünlerde, en azından kendi yaşadığımız alanı planlayabilsek, bir yerden başlamış olacağız ama yaşam alanları içindeki askeri birlikler, askeri kamplar bize bu olanağı sağlamıyorsa ne yapmalı?
Her çeşidinden hakine rengi içindeki Mehmetlerle, Yorgolarla uğraşmadan bu sorunun üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorsak sanırım algılamamız gerek, silahlar, sivillerin önünde diz çökmeden bu sorunu çözemeyeceğiz…
Ama olmuyor… Ayşe tatile çıkalı 30 yıldan fazla oluyor, bir misafirlikte bu kadar da uzun kalınmaz ki!
Tanklar ilk kez Lefkoşa sokaklarında yürüyeli 50 yılı geçti ve biz iddia ettik ki, bu sorunu silahsız methodlarla çözeceğiz ama bak gör ki sokaklarımızda hala daha tanklar yürümekte ve silahlar hala diğerine düşmanca çevrilmiş halde, yani barışa çok uzağız…
Yaşam alanları içindeki askeri birlikler yalnız yaşam alanının planlamasına sorun çıkarmıyor ayni zamanda demokrasiyi de zedeliyor. Üniformaları ile komutanlar kahve içmeye iniyor hala köy kahvesine ve hala vatana ihanet edenlerin olduğunu söylüyorlar... Akla İspanya geliyor, Madrid Kriterleri geliyor ama bu coğrafyada sivilleri tehdit eden komutanlara dokunmaya cesareti olanlar yok…
Yaşam alanları içindeki askeri birlikleri yalnız demokrasi değil, barışı da tehdit ediyorlar… Her yeni başlayan günde savaşı hatırlatan görüntüleri ile ‘savaşa davetiye’ çıkarıyorlar ve adına barışı korumak diyorlar…
Her silah öldürmek için yapılır, hiçbir askeri malzeme özünde savunmaya yönelik değildir. Hatta Kıbrıs’ta kullanılan, özellikle hafif silahlar, dünyada hızlı bir şekilde yaralamaya yönelik silahlara dönüşüm olsa da bizde hala G3 denilen öldürmeye yönelik piyade tüfekleri kullanılmakta ve G3 ile sınırda bekleyen hiç kimse savunma pozisyonunda değildir çünkü silahın kendisi hiçbir olasılık bırakmadan, zaten öldürmeyi hedeflemektedir…
Savaş başladığında kimin haklı olup olmadığı anlamını yitirir, savaş, ölümün, öldürmenin kendisidir, acıdır… Bu yüzden askerle mücadele etmeden bu ülkeye asla savaşa karşı barışı getiremeyiz…
Bunu bildikleri için yaşam alanları içindeki askeri birlikleri koruyorlar. Hatta incelerseniz, bu birlikler, yerel insanlardan da korumaya yönelik yapılmışlardır. Yani gücün ve şiddetin sembolleri bir anıt gibi yaşam alanlarında savaşa davetiye çıkardığı koşullarda, barış hala bu ülkeye çok uzaktır…
Sahte sosyalistlerin, sosyal demokratların açıklamaları hep yaparmış gibi yapmalara endeksli. Eğer ‘askerin çekilmesi güvenlik kaygıları göz önüne’ alınarak yapılacaksa, yani aslında hiç yapılmayacak demektir.
Eğer insanları silah zoru ile evlerinden atıp 30 yıl sonra vakıf malı diyerek dalga geçercesine bizimdir deyip savunursak, yani yağmanın üzerine barış kurmaya çalışıyorsak uzlaşmadan bile uzağız…
Bu nedenle bir yerden başlamalı, silahlar amasız ve koşulsuz sivillerin önünde diz çökmeli, yaşam alanlarını terk etmeli ve sınır güvenliği sivillere, polis güçlerine devredilmeli ki süreç başlasın…
Ayşe’nin tatili çok uzadı, tatilden dönmeye başlamadan çözüm bize daha çok uzak olmaya devam edecektir.
Bu yüzden her cinsinden hakine rengi içindeki Mehmetlerle, Yorgolarla kavga etmeden barışa ulaşamayacağımız için, söylenmesi gereken; ‘hakine rengi içindeki Mehmetler, Yorgolar hemen evlerine dönsünler’!!

5 Şubat 2006

Madrid kriterleri ve Lefkoşa

İki haftadır İspanya’daki gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum.
Aslında öykü çok önce başlamıştı. İspanya’daki özerk yönetim, Katalonya, anayasa değişikliğine giderek, özerkliğini genişletmeye çalışıyor. Sosyalist Parti (sosyal demokrat) iki yönetimde de hükümette.. geçen haftaki BİANET’te yayınlanan yorum haberden bir hatırlatma notunu alıntı yapalım:
“İspanya hükümeti, Katalonya bölgesinin geniş çaplı özerklik planını parlamentonun gündemine getirmesine karşı çıkarak “askeri müdahale” diyen Kara Kuvvetleri Komutanı General Jose Mena Aguado'yu görevden aldı. Ardından, ülkede yayımlanan ABC gazetesi için bir makale yazan NATO'nun Brüksel'deki merkezinde görevli albay Fernando Abalo tutuklandı. Planın onayı olasılığına dair “uyarı yapma zorunluluğu” hissettiğini söyleyen Mena, “Katalan özerk statüsünün parlamentoda onayı, ciddi sonuçlar yaratır. Askerler olarak anayasayı savunmayı şeref meselesi olarak görürüz. Statü, anayasal sınırları aşarsa, müdahale zorunda kalınır” demişti. Albay Abalo da, yazısında General Mena'nın, Katalonya'nın özerklik statüsüyle ilgili sözlerinin "arkasında durmadığını söylemiş, bunu “utanç verici'” olarak nitelemişti.”
Evet, bu paragrafı okuyan onlarca kişinin ilk tepkisinin ‘n’olmuş yani konuştuysa?’ dediğini duyar gibiyim. Ne demek komutanı görevden almak, ne demek komutan tutuklamak, kimin haddine düşer ki?!
Uzun yıllar Franco askeri rejimi ile yönetilen İspanya bunun ne anlama geldiğini biliyor. Mena’nın askeri kökenleri Kuzey Afrika’daki Birliklerden, yani Franco’nun ki ile ayni yerden geldiği bilinci ile olaya hassas yaklaşıyorlar.
Askerin sivil bir konu ile ilgili açıklama yapması zaten müdahalenin kendisini oluşturur. İllaki askerin tankı ile, topu ile darbe yapması gerekmez. Askeri yetkililerin üniformaları ile iletişim organlarına çıkıp söz söylemesi bir müdahaledir. Savunma konularında bile, yetkili Bakanlığın taraf olması, gerekli olan durumlarda bu bakanlığa askeri yetkililerin bilgi vermesi gerekir ama bunun Kıbrıs’ta anlatılabilecek bir durumu yoktur…
Takılmış bir plak gibi ‘ateşkes koşulları’ deyip hikayeler anlatan yetkililerden, politikcılardan çok umudum yok da, ‘aydınlar’?
Geçen haftalarda askerliğini yeni bitirmiş gençlerin mektupları bazı gazete köşe yazarlarının sütunlarında okurlarla buluşmaya başlaması üzerine, Mücahitler Derneği ve bazı örgütler, ‘ordumuz göz bebeğimizdir’ diye açıklama yaptı. Yani yalnız üniformalılar değil, militarizm damarlarına işlemiş bazı kendinden görevliler de ‘askeri dikta yönetim’ meraklısı, peki sivil toplum örgütleri?
Son moda, cumhurbaşkanlığında ayrı, askeri kışlada ayrı tebrik törenlerinin düzenlenmesi ve bazıları bunu bize sivilleşme olarak sunabiliyor. Askeri üst düzey yetkililer kendileri ayrı tören düzenliyorlar ve sivil halkı davet edip, tebrik kabul ediyorlar, sanki ayrı, bağımsız otoriteymiş gibi, peki siyasi yapıların tepkisi?
Asker, Kıbrıs’ın kuzeyinde sanki bağımsız bir kurum gibi canı çektiğini yapabilmekte, canı çektiği alana müdahale edebilmektedir ve buna tepki gösteren de yoktur. Ve yetkilerinin kökü de burada değil!…
Askerlik yasası adında bir yasa varmış gibi yapılır ama alıp inceleyin bakalım içinde askerlikle ilgili bir şey bulabilirmisiniz? Bir süre öncesine kadar beni yakından ilgilendirdiği için inceledim, söyleyebilirim ki okursanız göreceksiniz ki GKK diye bir şey yoktur. Yasanın içinde, GKK diye sanki ayrı bir Daire veya Kurum var, ona nasıl dahil olunur ve sosyal hakları nelerdir gibi açıklamalar var. Yasada oluşturulan rütbeler bile sanaldır. Üniversite mezunları asteğmen yada çavuş olur denmekte ve sanki üniversite mezunlarına bir hak tanınmış olmaktadır. Ancak askerden içeri girdiğiniz anda sizi TC’nin askerlik yasaları kucaklamakta ve size ayrıcalık diye sunulan ‘çavuş’ rütbesinin, erbaş kategorisi olduğunu ve onun haklarına sahip olduğunuzu öğrenmeniz çok uzun sürmüyor. Eğer üstünüz daha önce Kıbrıs’ta görev yapan biriyse, şanslısınız ki, size kibar davranılacaktır ama ‘er ve erbaş’ kategorisinde olduğunuzun asla unutulmasına fırsat verilmeyecektir. Tüm yapacaklarınız ve size yapılacaklar aynen TC askerlik yasasında yazdığı gibi size uygulanmakta, Kıbrıs’ın kuzeyinde olmanıza ve TC yurttaşı olmamanıza rağmen. Yani daha Türkçesi ile TC Yurttaşı olmadan, bir yıl veya onbeş ay (eğer erseniz) Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşamınızı TC yasaları altında yürütüyorsunuz. Tabi sosyal haklarınız ‘KKTC’ askerlik yasasına göre uygulanıyor. Yani askerlikle ilgili tüm yasal mevzuatın kökü TC yasalarındadır…
Kırk bin askerin olduğu bir coğrafyada bunun ekonomik yönü de çok fazladır, peki nasıl döner? Arada sırada sebze, meyve alımına yönelik ihale açıldığını duyarsınız, peki askerin diğer ihtiyaçları? Son dönemde gerek polis için gerekse de askeri personel için onlarca arabalar, minibüsler, araçlar alındı, ihalelerini duyan, takip edebilen var mı? Denetleyen var mı? Askerin diğer ihtiyaçları, jeneratörler, bilgisayarlar ve benzeri şeylerle ilgili alım methodlarını bilen var mı? Yani ekonomik olarak da büyük bir güç ve denetlenmesine müsaade edilmeyen bir ‘kurum’…
Madrid Kriterleri bize çok uzaktır. Kıbrıs’ın kuzeyinde askerlik kurumu apayrı bir şeydir ve bunu tartışmaya cesareti olanlar da azınlıkta olduğu sürece bu süreç devam edecektir.
Şimdi, bunu test etme zamanıdır. Yeni Kıbrıs Partisi’nin ‘askersiz Lefkoşa’ kampanyası bir turnusol kağıdı görevi görecek ve siyasi yapılarımızın militarist yapılanmaları ve meraklarını test edeceğiz. Demokrasinin nerde başladığını ve nereye kadar gidebileceğini göreceğiz.
Bizim tavrımız net, asker tüm yaşam alanlarından çekilsin, tüm yetkileri sivil otoriteye devredilsin ve Madrid Kriterler uygulansın. Bunun ‘amalı’ ekleri ancak militarizmin değişik şekillerde kutsanması anlamına gidecektir.
Bunun için amasız, hemen şimdi silahlar sivillerin önünde diz çöksün…