14 Aralık 2002

Düş yolcuğu sürmekte

“Bilinmeyeni beklemek, umut etmeden, merak etmeden beklemek, uyuşturur. Uyuşukluk – umutsuzluk, yorucu olmayan bir duygudur. Oysa insanı yoran ama diri tutan ille de umuttur. (...) Eksik umut, tanımsız umut belirsizliktir. Belirsizlik, uyuşukluktur. Uyuşukluk işte o zaman beyninin bile içine işleyebilr. Beynin, bedenine bile hükmedemez olur. Böyle durumlarda, çare? İnat edeceksin, durmayacaksın. Saçmalasan bile durmayacaksın. Beyninle mücadeleyi sürüdüreceksin. Durduğun an uyuşukluğun tüm bedenini ve bilincini ve vicdanını kapsayacağını bileceksin...” Melih Pekdemir’in bu satırlarını okuduğum ilk zamanlarda hep aklıma takılmıştı. Umutsuzluk, eksik umut muydu bugün yaşadıklarımız diye...

Sabah kalktığımda aklıma dün yaşananlar takıldı...

Aslında dünün özeti, onlarca adlarının önlerinde büyük büyük sıfatları olanlar bizler adına kararlar almak için otururmuştu masa başına ve bizi temsil edememelerine rağmen bir karagöz hacivat oyununda rol alanların baş rollerdeki ihanet oyununu umutsuz gözlerle izlemekteydi sokakta elinde pankartıyla duranlar...

Eylem alanında nehir olup akan umutsuzluk bir anlamı ile belirsizlik ve çaresizlik duygusundan ortaya çıkmaktaydı.

Aslında umut yıkıcı olandır. Umut, her zaman kendine yapılan saldırılar karşısında kendini en yumuşaktan en acımasıza doğru büyüyebilen bir öfkeyle koruyabilen bir davranışların toplamını içinde barındırır. Umut etmek en son noktada isyanı da içinde barındırır.

Halkaların umutları üzerinde hakimiyet kurmak isteyen nicelerinin başı hep düş yolcuları ile belaya girmiştir. Nice kaleler, saraylar ve hanlar onca kaba kuvvetli korumalara rağmen yıkılıp yerle bir edilmiştir.

Nice slogana ve şarkılara konu olmuştur umudun yıkıcı istenci...

“saraylara savaş, kondulara özgürlük” gibi sloganlarla kendini ifade etmiştir...

Meclisin basılması da aslında bu ifadenin bir çeşit dışa vurumuydu. Ancak dün tüm umutlarımıza karşı yapılan saldırıya ve tahribata rağmen sarayın hala üzerinde tek çizik olmaması aslında umutsuzluğumuzun resmidir. Lefkoşa sokaklarında yaşananlardan sonra tek çizik oluşmaması da umutsuzluğumuzun resmidir. Yenilgimizin resmidir. Teslimiyetin ve yenilginin kabulünden geçer rejimin kendini yeniden üretmesi...

Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü Kitabının arkasındakileri bir kez daha altı çizilerek düşünmek gerek: “Totalitarizmin kendini yeniden üretmesi, yalnızca baskıcı ve zora dayalı yöntemlerle değil, bireylerin de sınırlı bir özgürlüğe razı olmasıyla gerçekleşir. Yaratıcılığını zorlayarak özgürlüğünü zenginleştirme çabasına girmeyen birey, var olanla yaşamayı seçer. Bu noktada düzen, bireyin onayıyla ayakta kalıyordur artık.”

Ama asıl sorun olan sokaktakinin umutsuzluğu değildir. Asıl yenilgi hali sokağın kaybedilmiş olması da değildir. Asıl sorun geleceği kurmak için yola çıkanların yenilgiyi kabulüdür.

Biz solcuyduk ve anne bak kral çıplak diyenlerin, gecenin karanlığında bir mum yakarak katran karası gökyüzünü aydınlatanların bugünkü temslicisi olduğunu iddia edenler nasıl oldu da yenildik?

Hani bize ütopyacılar derlerdi?

Hani biz bir umudun peşine takılıp yaşamlarını bile hiçe sayanların öyküsünü okuyup onlar gibi olabilmenin hayalini kuranlardık?

Hani bize yüz yıllardır hayal kuruyorsunuz diyenlere inat Paris Kömünü yaratanların, Sovyetler Birliğini inşaa edenlerin, Arjantinli doktor olup Küba devrimi sonrası bakan olmasına rağmen umudu için Bolivya dağlarında yeni bir yaşam mücadelesinde, bir düş yolcusuyken, öldürülen Che’nin bugünüydük?

Düşlerimizin büyüklüğü kadar özgür, hayal kurabildiğimiz orada da güçlü olduk. Ütopyalarımızla birlikte geliştik ve en imkansızı başaranlarda hep bizler olduk...

Yoksa sen Vietnam’da Amerikan ordusunu silahların mı alt ettiğine inanlardansın? Yoksa Amerikanın burnunun dibindeki Küba Devrimini beş on gerilla ile başarıldığına inanlardan mısın? Sence Chiapas dağlarındaki Zapatistalar bir grup silahlı çete mi?

Düş devam ediyor, kimi düş yolcuları yolda ayakları takılıp düşse de...

Yolda kalanlarla uğraşacak ne zamanımız ne de onlara ihtiyacımız var. Onlar kendi umutsuzlukları ile baş başa kendilerini tüketebilirler.

Düş yolcuğu kimseyi bekleme lüksüne sahip olamadan sürmektedir. Her yüzyılda ve her coğrafyada olduğu gibi onu yargılayanlara, ona sövenlere ve onu yok sayanlara rağmen düş yolculuğu sürmektedir...

Siz, umudunuzun düşmanlarının ağızlarından çıkan çürümüş bir ceset kokan umutsuzluk mesajlarıyla bir an duraksayan ama takılıp kalmayanlar, yol asla yürünmeden bitmez, yürümek gerek, önümüzde uzun bir bir yol ve yapılması gereken birçok şey var...

Ey rejiimin resmi ve resmi olmayan sözcüleri; herşeye rağmen düş yolculuğu kesintisiz sürmekte, saraylarınızı sıkı korumaya alın elbet bir gün orda olamayacaksınız...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder